Pazartesi, Ocak 29, 2007

YouTube'a rakip olmak zor

Heidies tahmin edildiği üzere 5. gününe pes etti... Konu ile ne alakası var derseniz, var, şöyle ki;

YouTube'un inanılmaz başarısının peşisıra gitmek isteyen ve tüm dünyanın eğlenceli videolarının kendine çekmeye çalışan onlarca site kayboldu gitti ve bu rüzgar esip geçtikten sonra geriye daha da güçlenmiş bir YouTube kaldı. Arada pek çok marka küçük yarışmalar ve girişimlerle müşterilerini videolar yaratmaya, izlemeye yönlendirmeye çalışıp bedbaht oldu ve suçu da viral dünyanın az gelişmişlğine ve "reklamcı zekası"na hazır olmamasına bağladı.

Halbuki insan oğlunun yaratıcılığı ve deneyimleme hızı muazzam. An be an, dünyanın dört bir yanında komik bir şeyler oluyor ve onların da bir kısmı görüntüleniyor. Bunların bir kısmı hala youtube'da ve yüzbinlerce erişim sağlıyorlar, bir kısmı ise biraz daha cesaretlendirilmeyi bekliyor.

Bu rüzgarın tek düşmanı ise bundan fayda sağlamaya çalışan ama eğlence anlayışı kısır markaların yaptığı yaptırdığı işler. İnsanlar bunları yemiyor, takip de etmiyor.

İşte, Heidies de öldü 5 günde.

Uzun süredir gördüğüm ve başarılı olabilecek tek yeni girişim "The fame game". Fame game başarılı olacak çünkü "yarışma" kelimesi büyülü bir kelimedir. Bazılarına o ihtiyaç duydukları cesareti verir, hele ki mütevazi bir ödül de eklenince işin içine insanın korkusu gidiverir. Çünkü bu tam da amatörlere göre bir yarışmadır...

Samimi görünümlü ve mütavezi her iş bu dünyada tutari bu da tutacaktır. Ünlü olmak isteyen ama Heidies'den daha yaratıcı videolar da böyle sitelerde her daim yer bulacaktır...

Fame Game'in en popüleri:
-Bu arada fame game'in en popüler videosunu da bloguma yapıştırmak için yine de YouTube'u kullanmam gerekti, o ayrı-

Cuma, Ocak 26, 2007

Run DMC bile bunu 'Spam' olmaktan kurtaramaz...

O kadar kötü.

Viral bir iletişimde bir tek gimik üzerinde bu kadar durmanın; 3 saniyelik bir fikri, bir müzik videosu haline getirmeye çalışmanın pak bir anlamı yok.

Antipatik bir Samsung virali izlemeye buyrun ama sonuna kadar dayanmaya çalışmayın, bir gelişme olmayacak


IT'S FLICKY! - video powered by Metacafe

Aşık olmak suç mu?

İşte 12" Powerbook'unu seven ama daha fazlasını isteyen bir Apple-sever. Markasını seven viral işine girsin...

Salı, Ocak 23, 2007

Microsoft'u sevebilmemiz mümkün mü?

21. yüzyılla birlikte hepimiz "mac"çi olduk. Windows kullanmaya devam etsek de o kadar kızgındık ki Bill Gates ve onun yarım yamalak teknik çözümlerine...

Özellikle iPod'dan sonra iyice 'ti'ye alır olduk Microsoft'u:

Bizden cesaret alan Apple da rakibini açık açık aşağılamaya başladı:


Ama şimdi bu sayede Microsoft, Xbox dünyası dışında da iyi iletişim yapmayı mı öğrendi ne?

Önce güçlü bir kurumsal imaj kampanyası ile "heey, buraların en büyüğü benim" dedi

















































Sonra Zune Arts gibi şahane bir site ve iletişim platformu yaratıldı:

Ardından Vista için de Clearification yapıldı (sitedeki "episode"ları muhakkak izleyin):

Şimdi de Vanishing Point var. Maalesef bu oyuna Türkiye'den katılmak mümkün değil ama sadece oynamak bile "Microsoft o kadar da aptal değilmiş" dedirtiyor insana. Bir de şu blogdan oyunu nasıl tanıttıklarını ve yaydıklarını okuyun (tabi ki kime tanıttıklarına da dikkat):











































































Ne diyelim... Microsoft iletişimlerinde iyi gitmeye başladı, her gün şu Windows'u kullanmak zorunda olmasam iyi ürünleri olduğunu bile düşünebilirdim...

Karlar erise n'olur?... Hiç, görev tamamlandı bile.




Gerilla işlerde en zor anlaşılan noktalardan biri de bu. Gerilla işlerde dış şartlar, diğer medyada olduğu gibi tanımlı, size ayrılmış ve "nasıl istiyorsanız öyle" ayarlanamaz. Asıl güzellik ve doğallık da budur zaten. Tek amaç, kulaktan kulağa iletişim için zemin hazırlayabilmektir, belli sayıdaki "kafa"ya ve belli bir süre mesajınızı iletebilmek değil.

Hatta bazen gerilla işler gerçek bile değildir. Günümüzde pek çok ajans sadece bilinirlik sağlamak için bir tek imajı reklam bloglarına yaymakta ve bir sanal gerçeklik yaratarak adlarından söz ettirmekteler.

Münih menşei Serviceplan'in işi gerçek mi değil mi bilemiyorum. Giller seyahat acentesi için yapılan bu işte, markanın çok önde durmaması insanı şüphelendiriyor. Ancak gerçekse, söylemek lazım ki son derece yerinde ve zamanında ve şüphesiz görenlerin bu işi başkalarına anlatmaya değer bulabilecekleri bir iş yapmış Giller-Service Plan ikilisi.

Sadece o gün arabasına gidip de bu manzarayı görenler değil ama ajans tarafından fotoğraflanmış bu görüntü ile bile bloglar, mailler -ve belki biraz da PR desteği ile gazeteler- üzerinden bu manzarayı gören herkes artık bu kampanyanın bir parçası. Biz de dahil.

Kaynak: advertising for peanuts

Günümün ilanı

Heidies ne yapmaya çalışıyor?

Diesel ve Absolute gibi markalar kendi ana web siteleri üzerinden "sürpriz" yapmayı çok seven, sık sık site üzerinde değişiklikler yapan ve hemen hemen tüm iletişim kampanyalarını da internet üzerinen başlatan ve artık bunu alışkanlık haline getiren markalar. Pek çok diğer marka kendi kurumsal kimliklerini etkilemeyecek minisiteler ya da kampanya siteleri yaparken, bu markalar bu dinamizmi de kendi marka kimliklerine entegre etme noktasına geldiler. Ancak elbette bu fazla cesur bir hamle olabilir. Bir yandan internet gibi yaratıcılığa sonsuz açık bir mecrada da bir sonraki adımda ne yapacağını doğru ölçebilmek oldukça zor, öte yandan bu "oyun"lar içinde marka değerlerini kaybetme riski yüksek. Dikkat çekebilmek için bazen markalar garip hatalara düşebiliyor.

Konuşmak için erken ama Diesel böyle bir hata içinde olabilir gibi geldi bana. Diesel.com adresinde bugünden itibaren iki Heidi el koymuş durumda. Güya; ünlü olmak için çok saygı duydukları Diesel'in satış müdürünü kaçıran ve eylemlerini sona erdirmek için Diesel'den çok sağlam talepleri olan iki kızımız bakalım ilerleyen günlerde çok konuşulacaklar mı?

Muhtemelen.

İşin reklam stratejisi boyutu çok basit: iç çamaşırı marka bilinirliğini sağlamak ve Diesel'i bu segmentte güçlendirmek yapılmış ve sık sık ürünleri gösterebildiği için de ürün müdürünün de itiraz edemediği etkili bir kampanya... Ama beni endişelendiren işin zaman boyutu...

Şunu demek istiyorum: Bir kampanya, seks ve şiddet öğelerine bu kadar yakınsa ve çabuk tüketilebilir bir mecra olan internet üzerindeyse ve -daha da fenası- interaktif bir boyutu varsa fazla süremez. "Bu tipler ne zaman sevişecek", "kızlar çocuğa işkence etsinler", "bacaklarını ağdalaması yetmez"... Tüketici yarın ne görmek isteyecek? peki sonra?... Ya içeriğin şiddetini (etkisini) artıracaksınız ya da bir noktada pes edeceksiniz.

Göreceğiz.

Umarım bunların hepsi zekice planlanmıştır ve bu güzel başlangıç bir hüsranla bitmez. Hüsran demem kampanyanın başarısızlığı demek değil, zekasızlığından söz ediyorum. Çünkü bu mecrada, her ne hikmetse, belli bir "hit"i aştığınız noktada herkes sizi takdir ediyor, başarılı bulunuyorsunuz.

Aynı içerikle 10 gün de bekleseler, her yeni günde yizbinlerce yeni insan siteye girer. Milyon hit'e ulaşılır ama marifet bu olmamalı. Asıl marifet içeriğin, yani hikayenin zekice ilerlemesi, takip edilmesi ve iyi bir yere bağlanmasıdır. Neden? Diesel daha cok ürün satsın diye mi?

Hayır, bu mecra da değerini kaybetmesin, bu kadar kolay ve çabuk tüketilmesin diye.

Buyrun size Heidies'in Diesel yöneticilerine seslendiği video:

Pazartesi, Ocak 22, 2007

Ben olsam...

Jeep'in ilk olarak kullandığı bir su teknolojisi...

Ben olsam bu teknolojiyi ilk olarak bir gerilla işte kullanırdım. Bu tip bir fuar atraksiyonu olarak değil, markasız bir alanda sürpriz değeri yüksek olacak şekilde... Kendinizi tüketicinin yerine koysanıza, bir anda seninle konuşmaya başlayan bir şelale görmek, ne müthiş bir deneyim olurdu...

Çarşamba, Ocak 17, 2007

Günümün filmi: VW Phaeton Shadowplays

Yine viral değil ama... izleyin

Bu da, belki bu filme de ilham vermiş olan bir tüketici kaynaklı video:

Pazartesi, Ocak 15, 2007

Seçilmiş 2006 videoları

Twist Image iletişim ajansı, çok faydalı bir 2007 yeni yıl tebrik kartı tasarlamış. 2006'ın en iyi viral videolarından bir seçki niteliği taşıyan kart www.share2006.com adresinde.

Cuma, Ocak 12, 2007

%100 sonradan görme bir Beko işi

Sabah bigumigu'daki aklı başında ve ne olduğunun farkında olunduğunu gösteren haber ve yorumlardan sonra Marketing Türkiye'de "Türkiye'de ilk defa..." başlığını görünce görünce patlamak ihtiyacım doğdu

1. Berbat bir "urban spam" örneği. Sırf YouTube'u biliyor olduğunu göstermek ve bunu da marifetmiş gibi basın bültenleri ile ortalıkta söylemek TBWA markasına zerre kadar yakışmayan ve son derece çapsız bir yaklaşım. Ayıp, çünkü YouTube kullanmak bu demek değil ve bunu her reklamcı bilir, kimseyi kandırmaya çalışmanın alemi yok. Bu bir viral olma çabası bile değil, sadece bir "ilk yaptım" deme çabası, çocukça... Akşam yayına girecek filmleri YouTube'a koymanın nasıl bir reklamcılık mantığı ve artısı var "ilk" oluşturabilecek? Medya şirketine söyleyin 911 kişi izlemiş, erişim rakamlarına eklesinler, başka bir anlamı yok çünkü bu erişimin. Bravo...

2. Klişe. Hadi bu basın bülteni ayıbı bir tarafa... Ama filme bakıyorsun bir viral değeri, çok başarılı bir yaratıcı fikri, ya da bir prodüksiyon olarak mucizevi ve uluslararası bir özelliği var mı diye, -Çünkü YouTube bir ajans için uluslararası yarışmalardan önce bilinirlik sağlama, reklam bloglarına girme, kısaca PR yapma amaçlı olarak da kullanılabilir- ama o da yok. Daha da kötüsü, iş basit bir klişeden ibaret...

2002'de Kohler'in ünlü Race filminin ardından bunlardan onlarca yapıldı, en son yapılan Toyota Rav4 filmi de epeyce gündemde kalmıştı. Ama yine de 'görmemişin bir filmi olmuş, ondan bir başarı hikayesi yaratmaya çalışmış' misali, TBWA bu filmi YouTube'lara koymuş, ilkler başarmış.

Aklınıza sağlık. Bu kafayla devam edin.

2002'nin ünlü Kohler filmi


2005'in ünlü Toyota Rav4 filmi


Görmemişin Beko filmi (Aman izlenirlik rakamlarını artıralım da dostlarımızın başarısı sınırlarımızı aşsın, 'bir dünya markası'na da bu yakışır)


Burada da AdAge'den kötü viral denemeleri ile ilgili bir köşe yazısı. Son söz.

iPhone meselesi - güncelleme (2)

Bu arada engadget'ın haberine göre iPhone ve gelecek iPod'larda artık Samsung işlemciler kullanılacakmış. Bir de Engadget, iPhone'un (müthiş yenilikçi (?) tasarımı ile ilgili olarak bize bir LG tasarımını hatırlatmış. Bu arada Cisco'nun isim konusunda açtığı dava meselesi de var ama onu kaale almıyorum, bunu öngörmemiş olamazlar.






Bu da Late night with Conan O'Brian'dan bir iPhone reklamı

bkz. "a boy and his computer" blogunda yer alan advertorial

ve iPhone'da olmayanlar listesi:

3G desteği yok. Şebeke içi internet için GPRS/EDGE kullanılmak zorunda.

3. parti yazılım desteği yok, kapalı sisteme sahip.

Oyun yok.

Java ve Flash desteği yok.

YouTube desteği sadece 10.000 video ile sınırlı.

Çıkarılabilir pili yok. 300-400 şarjdan sonra (1 yıl), fahiş paralar ödenerek değiştirilmek zorunda.

MMS desteği yok.

Tuşsuz yapısı ve dokunmatik ekranı nedeniyle tek elle kullanılamıyor.
Fiziksel klavyesi yok.

İki megapiksellik kamerası var, fakat video kaydı yapamıyor. Zoom
yok, flaş yok.

GPS yok.

Anlık mesajlaşma (AIM, Yahoo, MSN) desteği yok.

Bluetooth üzerinden diğer aletlere içerik gönderilemiyor, Bluetooth sadece ve sadece kulaklık için kullanılabiliyor.

Hafıza kartı yuvası yok.

FM radyosu yok.

iTunes şarkılarını melodi olarak kullanmaya izin vermiyor.

Bilgisayar sahibi olmadan, iPhone kullanmak mümkün değil. iTunes ile etkinleştirmek zorunlu.

Excel, Word ve PDF desteği görüntülemeden ibaret. Belge düzenlemeyi ve oluşturmayı desteklemiyor.

Safari tarayıcısı var. Fakat Flash olmadığından, pek çok sitede görüntüleme sorunu yaşanıyor.

Sesli arama, sesli komut ve kayıt yok.

A2DP, yani stereo Bluetooth kulaklık desteği yok.

Kablosuz eşitleme (senkronizasyon) ya da internetten doğrudan içerik satın alma desteği yok.

Tarayıcısı var ama internetteki resim, müzik vb. dosyaları hafızaya kaydedemiyorsunuz.

AT&T dışı SIM kartların çalışmaması bir yana, her AT&T SIM kartı çıkarıp takışta bile aleti yeniden etkinleştirmek gerekiyor. Yani iPhone, cep telefonu tarihinin en karmaşık SIM kilitli telefonu.

Perşembe, Ocak 11, 2007

Kitleselleşme bazı markaları bozar mı?

Steve Jobs bir röportajında der ki: "There's a very strong DNA within Apple, and that's about taking state-of-the-art technology and making it easy for people"... Halbuki benim kafamdaki Mac markalarının hala "kullanımı kolay teknolojiler" sunmaktan daha önemli bir görevi var: en yüksek performanslı teknolojileri, en kompakt halde sunmak.

Çünkü benim kafamda Apple'ın temel hedef kitlesi, "trendsetter" özellikli, yaratıcı bir bakış açısı olan yenilikçi insanlardı(r); müzisyenler, tasarımcılar, reklamcılar, editörler, mimarlar... Apple bir muhasebe departmanında demirbaş bir ürün olmayı hedeflemez mesela ve şüphesiz bu tercihinden de gurur duyar.

Teknolojiden bahsederken icatçı olmaktan bahsetmiyorum. İlk kişisel bilgisayarı, ilk laptopu, ilk MP3 playeri ve ilk işletim sistemini düşünen kurum Apple olmadı. Ancak yaptığı her şeyi öncekilerden çok daha iyi tasarladı (ve daha iyi pazarladı).

Apple teknolojilerinin her zaman diğerlerinden -en azından bir adım- ileride olması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü ancak böyle "yaratıcı" olarak tanımladığımız kitlenin markaya ilgisi sürdürülebilir. Çünkü teknolojiye bağımlı yaratıcılar, marka sadakati ve estetik özelliklerden etkilenir ama sonuda her zaman performansı tercih ederler, bu insanlar başarılı ve mutlu olmak için ihtiyaçlarını karşılayacak ve arzularını gerçekleştirecek ürünlere mecburlardır.

Apple'ın performans alanında kan kaybettiğini söylemek mümkün. Zaten artık kendilerinin de çok fazla teknoloji üretimi iddiaları kalmadı. Önce Intel ile yapılan işbirliği, şimdi de son basın toplantısında anons edildiği gibi kurumsal isimlerinden "Computer" kelimesini de çıkarmaları ve Apple Inc. olmaları ve tabi ki iPhone bunun bir göstegesi. Bunlar basit tesadüfler değil. Düşünün ki Porsche önce "Motorlarımı Toyota'dan alacağım, zaten ben tasarım markasıyım" diyor ardından da "işimizi otomotivle kısıtlamayacağız ve başka şeyler de yapacağız. Örneğin, bu mobilya Porsche markalı" diyor... (Not: Porsche'nin ayakkabıdan, mobilyaya ve hızlı tren sistemlerine kadar çok farklı ürünler tasarlayan Porsche Design adlı bir tasarım stüdyosu var, dolayısı ile zaten otomotiv haricinde de Porsche markalı tasarımlar var. Ancak ürünler değil tasarımlar Porsche imzalı olduğu için "performans otomobili markası" kimliklerini zedelemeden yönetiyorlar)

Öte yandan Apple'ın pazarlama becerisi o kadar yüksek ve zamanlamaları da -şimdilik- o kadar iyi ki, bizi bugüne kadar istediği gibi manipüle edebildi ve yaptıkları her şeyin başarılı olduğuna yürekten inandırdı. Apple'dan hiç şüphe duymadık. iPhone ve Apple TV lanse edilirken işlemci hızları gizlendi, onun yerine itina ile saklama kapasiteleri öne çıkarıldı, bunu bile sorgulamadık.

Marka "easy to use" iddiası ile hızla kitleselleşiyor, yaratıcılara özel bir marka olmaktan çıkıp sevgili muhasebecilerin de cebine, oradan evlerine ve sonra da ofislerine giriyor.

Dolayısı ile "easy for people" ihtirası, performans üstünlüğü hedefini çoktan geçmiş görünüyor. iPhone!a bakacak olursak bir sonraki adım da "convenient for people" olabilir. Bu da Apple'ın ticari anlamda mucizesi ama marka yönetimi anlamında sonu olma riski taşıyor.

Artık Apple'ın müşteri profili de değişti: dinleyiciler, takipçiler, "me-too"lar, "ay bu iPod'u kullanmak ne kadar kolay"lar, paris hiltonlar, "ama sevgilim çok şık değil mi?"ler ve tabi ki sevgili muhasebeciler...

Bunun en güzel ispatı da "Get a Mac" kampanyası. Apple'ın belki de ilk kitleleri, hiç Apple kullanmayanları hedefleyen ve pazar payı odaklı bu kampanyasının mesajı basit: "Ey tüketiciler, bu şişko ve aptal tiple mi takılmak istiyorsunuz, yoksa bu yakışıklı ve zeki gençle mi? Tercihinizi yapın ya 'loser' olacaksınız ya da 'cool'". Seviye bu, sofistikasyon bu...

Eskiden Apple aldığında, öncelikle en iyisini aldığını bilirdin ve iki-üç kart para ödemeye razı olurdun. Üstüne üstlük bu "en iyisi" için çok ciddi bir şeyden vazgeçerdin, alışageldiğin tüm Windows menşei bilgisayar kullanım alışkanlıklarından. Hatta şahane PC oyunlarından... Ama şimdi Apple alırken iki şeyden emin olabilirsin: öncelikle tüketici algısına göre "en popüler" ürünü aldığından, sonra da aldığın ürünün kesinlikle "easy for people" olduğundan.

Bence piyasaya çıkacak ürünler arasında bir tek Apple TV, HD teknolojileri ile uyumu ve Apple'ın teknoloji üstünlüğünü koruyan, üstün görüntü kalitesi algısı nedeni ile en başarılı Apple. iPhone ise beni hedeflemiyor, çünkü piyasada 3G uyumlu, 500 mHz işlemci hızına sahip, 9 saat konuşma ve navigasyon süresi sunan başka makineleri almayı tercih ederim. 2 megapiksellik bir kamerası ve wi-fi'ı olan bir "smart iPod"a sahip olmak gibi bir arzum yok. Üzgünüm, güzellik ve kolay kullanım da teknoloji sözkonusu ise beni çok etkilemiyor. Bilakis oyuncaklardan ziyade, cihazları seviyorum.

Steve Jobs şaşırabilir ama gözlüklü şişkolarla takılmak beni korkutmuyor, çünkü benim istediğim şekilde işlerini yaptıkları sürece ve performansları da daha iyiyse onları yönetebilirim.

Peki neden böyle bir makine piyasaya sundu Apple? Bence sebep basit, fiyat avantajı nedeni ile kolayca kitleselleşebilmek için seçilen "portable audio" dünyasında artık Steve Jobs geride kalmaya başladıklarının farkındaydı. PSP'yi takip eden dönemde iPod'a video özelliği ekleyen Apple, Microsoft Zune'un ardindan da bir tek wi-fi özelliği ekleyip yeni bir model çıkarmayı doğru bulmadı (ki haklılar). Üstelik PSP'nin bir PlayStation ve Zune'un bir de Xbox bağlantısı var ki, bu platformda Apple'ın bu markalarla rekabet edebilmesi ve bu şekilde kitleselleşmesi mümkün değildi (Bu arada Nintendo Wii'nin ne kadar "Apple"ımsı bir ürün olduğunun farkında mısınız?)

Dolayısı ile Apple markasının "zengin" olmak için "kitlesel" bir cin fikre ihtiyacı vardı. O yüzden taa iki buçuk yıldır üzerinde çalıştıkları iPhone'u, tam da içlerine sinmese de, piyasaya atıverdiler. Kendi adıma Haziran'da piyasaya çıkacak versiyonun hemen bir kaç ay sonrasında daha eli yüzü düzgün bir iPhone'un seri üretime geçeceğine yürekten inanmak istiyorum.

Peki bu durumda ileride ne olacak?

Ürün Haziran'da çıkıncaya kadar rakipler stylus istemeyen başka modeller piyasaya sunmuş olacak. Yine de Apple'ın muhteşem pazarlamacıları Haziran'da müthiş bir PR kampanyası ile tüm ünlülerin iPhone kullandıları(?) bilgisini hedef kitle ile paylaşacaklar. Herkes çok heyecanlanacak, ilk gerçek iPhone'a dokunduğunda insanların gözleri yaşaracak, dayanamayıp hemen alacaklar, hatta daha dokunmadan bile ABD'den sipariş edecekler. Markaya aşık oldukları için ürünün hiçbir eksiğini görmeyecekler, onu çok sevecekler. Sonra bir sürü anlamsız yerde, "kel alaka" insanda da aynı telefonu görecekler. Bir de bakacaklar ki heryerde, renk renk iPhone'lar var, dolayısı ile iPhone'un artık o kadar da özel olmadığını düşünecekler. Ve sonra da artık çok da Apple hayranı olmadıklarını farkedecekler. İşte tam da o anda Apple başka bir "güzel beyaz gadget" piyasaya sürüverecek... ve tekrar heyecanlanacağız.

Ben bu filmi görmüştüm ama bir sonu da vardı, sonunu da gördüm... Hatırlar mısınız, Air teknolojisi ile kalbimizi kazanan Nike, neler oldu da bir anda yerini Puma'ya, New Balance ve hatta Asics gibi daha az kitlesel markalara bıraktı. O filmi hatırlayın, Nike'ın kitleselleşmenin yükünü nasıl kaldıramadığını da hatırlayın. Sonra da aşağıdaki video'yu izleyin. İyice hatırlayın.

Günümün filmi: Cingular horror

Çok yorum yapacak bir şey yok. Benin bu aralar en çok beğendiğim film. Gördüğüm kadarı ile kitlesel mecrada yayını olmuş, dolayısı ile viral amaçlı değil ama Türkiye pazarı için ancak viral yayımlanabilecek bir film.

Pazartesi, Ocak 08, 2007

Advertising Age de kabullendikten sonra....


Yandaki kapagi Adpulp üzerinden gördüğümde şaşırdım. AdAge'in tüketici kaynaklı içeriklerin (consumer generated content) önemini kabullenmesi değil elbet de beni şaşırtan, bunu konvansiyonel ajanslara karşı adlı adınca bir 'tehdit' olarak işaret etmesi.

AdAge'in ilgili makalesinde Mentos-Diet Coke videosunun özellikle Mentos'a yaptığı muhteşem katkıdan dem vurarak işe başlayıp, tüketici kaynaklı içeriklerin kullanıldığı başka örnekler de veriyor.

Çok ilginç ve "yeni" bir makale olmasa da vurgusu itibarı ile tarihi bir önem taşıyabilir. Öyle ya, sektör viral, gerilla, ambient gibi kavramların bir sezonluk bir moda gibi, gelip geçici olmadığını kabullendi. Oh be...

Şimdi kafamdaki soru şu: acaba şimdi 'kaybeden' ajanslar bu kavramlarının neden gelip geçici olmadıklarını analiz etmeye ve bu analiz ışığında bir iletişim reformuna yönelecek mi, yoksa tez elden "consumer generated content" kavramının da içini boşaltacak "urban spam"ler üretmeye mi başlayacak?

Hemen konu ile de ilgisi olduğundan orijinal Mentos deneyi ve onun arkasından hortlayan bir "urban spam" örneği: Pepsi Girl...



Cuma, Ocak 05, 2007

Reklamlarınızı da tüketicileriniz yapsın

O kadar iyi bir markasınız madem, neden hala reklam yaptırmak için para saçıyorsunuz? Tüketiciniz o kadar çok seviyorsa sizi, bırakın reklamlarınızı da onlar yapsın... TechEBlog 2006 yılında yapılmış en iyi tüketici reklamlarını seçmiş (yine konu consumer generated content), elbette bunların gerçekten iyi niyetli insiyatifler mi yoksa, ajans elinden çımmamış süsü verilmiş viral reklamlar mı olduklarını çözmek zor. Aşağıdakilerin de (özellikle ilkinin) eriştiği izlenme rakamları ve prodüksiyon özellikleri göz önüne alındığında samimiyetinden ve yaratıcısı tarafından finanse edildiğinden şüphe duyulmalı sanki. Yine de gerçek olan bir şey var, o da markalar bir şekilde tüketicilerini kendi reklamlarını yapmak konusunda aktif olmaya yönlendiriyorlar. "Word of mouth marketing" de bu işte.

Kısaca bir süre sonra artık tüketici kaynaklı reklamları olmayan markalar zor durumda kalabilir. Öyle ya, madem o kadar iyisiniz reklamınızı da bırakın tüketiciler yapsın... :P

#1 Xbox


#2 Wii


#3 Wii


#4 PSP


#5 Grand Theft Auto - Vice City Stories