Çarşamba, Ekim 31, 2007

Fetiş, Lynch, reklam, fotoğraf ve ayakkabı kelimelerini aynı cümle içinde kullanabiliriz

Uzun uzun yazacak enerjim yok. Burada Wallpaper yazmış

Bunlar da o fotoğraflardan bir kaçı.





Louboutin markasını daha yakından tanımak için işte bağlantı

Çarşamba, Ekim 24, 2007

Audi kaç, VW kovala

Yahu bazen çok kızıyorum. Audi ve VW gibi Avrupa'yı kasıp kavurmakta olan ve artık ABD'yi fethetmeye başlamış iki markan var. Toyota gibi -ki bence Apple'la birlikte dünyanın en başarılı pazarlama şirketi- bir devin Avrupa'daki tek kabususun. Daha ne? İnsan böyle bir durumda kendi kendine mi dövüşür? Bi' düşün.

Alla'sen "Das Auto" da nereden çıktı? "Vorsprung durch Technik" varken, ben Alman teknolojisinin hasıyım diye bağırırken, oldu mu yanında "Das Auto"? Gülmezler mi adama... Ca'nım "Drivers wanted" dururken, tüm dünya Alman'ya da beyin göçü yüzünden hiç mühendis kalmadığını biliyorken, nedir dertleri anlamıyorum ki...

Zaten tüm otomobillerin birbirine benzemeye başladı. Bir de ne gereği var VW'i Audileştirmenin, Beko-Arçelik ikizleri gibi?...

Bu sloganlar:



Bu modeller:



Bunlar da iletişim dilleri/tonları/mesajlarına bir örnek:





Bu markaların arasında ne fark kaldı yahu, nedir Audi'yi Audi, VW'di Volkswagen yapan?

Dur daha diyeceklerim var, bu konuda. Bitmedi...

Benim de insightım var, ben de insanım

Salı, Ekim 16, 2007

iSuspect Al Gore

Biraz kafam karıştı. Al Gore, malum çevreci şahsiyet, artık bir Nobel sahibi. Nobel sahipliğinin kredibilitesi sorgulanıyor, o mevzulara girip fikir yürümek beni aşar ama Al Gore konusunda bir iki lafım var.

Al Gore'un 2003'ten bu yanan Apple'ın yönetim kurulunda olduğunu biliyor muydunuz? O Apple ki daha önce de altını çizdiğim gibi Greenpeace'in bir süredir en tepkili olduğu teknoloji şirketi ve tüm dünyanın hemen hemen çevreye en duyarsız elektronikçisi.

ve Al Gore Apple için çalışıyor. Yıllardır da çalışıyordu.

Her ne hikmetse ve tesadüf oduk ki 2006'da alınan Oscar'dan sonra Apple'ın çevreye yaklaşımı değişmeye başladı ve nihayet Mayıs ayında çevre politikalarında düzeltmeye gidildi.





Niye tesadüf diyorum, sizce karbon salınımının ve çevre bilincinin en düşük olduğu bir ülkeden, Amerika Birleşik Devletleri'nden dünyanın bir numaralı çevre kahramanının çıkması ilginç değil mi? Greenpeace ve WWF yıllardır yaptıklarının karşılığında değil bir ödül, bağış toplamakta bile zorlanırken eski bir politikacı, ötesinde yeni bir pazarlama şirketi yöneticisi, daha da ötesi medya patronu ve en bi' ötesi Amerikan Al Gore'un altından bir tahta oturtulması çok garip değil mi?

Al Gore... hiç başkan olamadı ama şu dünyada iyi bir rol kapmışa benziyor. Wikipedia anlat anlat bitirememiş: çevre kahramanı, eski başkan yardımcısı, Apple'da yönetici, Google'da danışman, medya patronu (Emmy sahibi Current.TV de onun), Oscar ve Nobel fatihi, Live Earth organizatörü...

Bir iki tane de ben ekleyeyim: kurnaz pazarlamacı, trendspotter, maşa, Amerikan masalı...

Pazar, Ekim 14, 2007

Aile otomobili mi, spor otomobil mi?

Bu soru otomobil dünyasının yeni yeni sordurmaya başladığı bir soru. Bundan on-on beş yıl öncesine kadar spor otomobiller ya zenginlerin hobi otomobili (tek otomobili değil) ya çapkın bekarların erk sembolü ya da andropoz dönemi oyuncağı olarak pazarlanırdı. Kimsenin aklında Porsche mi, Volvo mu gibi soru olamazdı, ikisi birbirinden ay ve güneş kadar farklıydı. Sürüş keyfi ve hız isteyen Volvo, konfor ve iç hacim isteyen de Porsche'den uzak dururdu. Ancak yıllar içinde yeni motor teknolojileri sayesinde artık hız ve konfor birarada bulunabiliyor. Artık otoyollarda sol şeritten tüm hızı ile tozu dumana katan bir Porsche de olabilir, bir Volvo da...

Doğal olarak da artık insanların aklında spor mu aile otomobili mi gibi bir soru yok, soru, şehir içi mi otoyol mu haline geldi.

Bu durumdan en zararlı çıkacak olanlar da spor otomobilciler, çünkü otoyolda sürüş zevki için artık yeri öpen bir çift kapıya ihtiyacınız yok, hantal görünümlü pek çok otomobil hem artık çok daha atik hem de sizin spor otomobilinizen daha konforlu.

Şehir içi desen, iki gruba kaldı: B ve B- sınıfı küçük otomobiller ve dizeller.

İşte bu yüzdendir ki Porsche Cayenne'i yaptı, Aston Martin sedan peşinde, BMW ve Mercedes ve hatta Alfa Romeo şehir içi otomobiller pazarlıyor.

Bu gelişmeler nihayetinde iletişime de yansıdı ve bir yandan spor modeller kendi ruhlarını korumaya ve 5 kapılı otomobillere pay kaptırmamaya çalışırken, diğer yandan da güçlü ve iri olanlar sporlara saldırıyor.

İşte bu garip çekişmenin iki örneği arka arkaya. Mazda MX-5 ve Volvo XC 70.


Çarşamba, Ekim 10, 2007

Küçük pazarın büyük cesareti Yeni Zelanda

Aslında pazarın büyüklüğü ile reklam endüstrisinin yaratıcılık seviyesi aslında bir ilişki olduğunu sanmıyorum. Güney Afrika da yaratıcı, Hindistan da, Brezilya da Yeni Zelanda da... Bunların tek ortak noktası bile yok.

Dün gece yine bir Zelanda işi görüp kıskandım, Adfreak pek beğenmemiş ama ben beğendim. Çünkü viral işlerden benim beklentim biraz farklı, ben viral işlerin tek marifetinin entegre kampanya mesajını taşımak olmadığını düşünüyorum. Siz kitlesel mecrada tek bir mesaja odaklanabilirsiniz ama viral dünya sizin marka evreninizi dinamik, zengin ve zeki tutmanızı sağlar. Her viral kampanyanın satışa direkt etki etmesi ya da bir tekil odaklı(single minded) kampanyaya yapıştırılmış olması gerekmez. Viral kampanyalar markanın sizi davet ettiği partiler gibidir, çok eğlenirsiniz. Bazıları unutulmaz, bazıları da unutulur. Marka evreninin ve tavrının içinde olması, marka ile ilgili bir mesaj/duygu/tavır taşıması ve eğlenceli olması yeterlidir.

İşte "Bigger nuts" (çift anlam; daha büyük fıstık/erbezi)kampanyası da böyle. Belli ki pazarda rekabetten ötürü, fıstık boyu önemli bir etkenmiş. Ama Snickers markasının küresel stratejisi gereği kah "snickers satisfies"a kah "feast"e gitmesi, kısaca Snickers'ın tok tutucu ve enerji verici olmasına odaklanması şart. Dolayısı ile adfreak'i üzmek pahasına reklamcı dostlarımız bu viral kampanyayı yapmışlar. Kampanyanın hem fikri hem de uygulanışı keyifli. Reklam kastının ne tür bir tezgah içinde olduğunu baştan bilmemesi kampanyanın izlenirliğini arırıyor. Umarım başarılı olur ve konservatif reklamcılar bir kez daha dunur olur. Oh!

Önce karşınızda mekanizma ve kamera arkası;


Şimdi viral film ve diğer medya uygulamaları:



Salı, Ekim 09, 2007

Şehvet mi, aşk mı?


Fotoğraftaki hatun (?) Alex Bogusky. İlan İtalyan bir reklam blogu ("bloğu" mu yazmak lazım acaba)için. İçgörü bizden, biz dediğim reklam böcükleri. Nedir peki bizim o içgörümüz; biz yaratıcılığa hastalık derecesinde tutkunuz. Bu tutkunun açıklanabilir, anlamlı bir menşei yok. Reklam dediğin bilim değil, erdemli hiç değil. İnsanlığa çok vageçilmez bir faydası da yok. Peki bizim derdimiz ne? İşte orada sular biraz bulanık.

Reklam dediğin işe ego karışmıştır. O ego ki, "ben yapacağım" der "benim elimden kurtulmaz"... O ego kendini ispatlamak ister, yıldız olmak, ajansı, markayı kurtarmak. O ego gani gani ödül ister. O ego şehvet yüklüdür, şehvetin önünde tüm barajlar strafordur, köpüktür.

Öfkeyle karışık sever reklamcı, gel-gitleri fenadır. Hem deli gibi kıskanır, hem de her vesile ile kötülüyeverir; "Bizim Alex de kendini tekrar etmeye başladı, başlarda iyi gidiyordu ama...", "O iş biraz fazla esinlenme, CP+B'de beklemezdim"...

O içgörü ki bazen biraz sapıktır. İnsana kendini unutturur, öldürmez süründürür.

Cuma, Ekim 05, 2007

Reklam Cetveli

Gerçekten... İmleci kısaltmaların üzerine getirin.
brand elements
Built by Kolbrener, corporate branding experts

Çarşamba, Ekim 03, 2007

Önce bi' düşün...

Daha önce de Hyundai'nin Goodby gibi bir reklam hokkabazı ile çalışmaya başladığını ve bu işbirliğinin de hem Ford'u, hem de Toyota'yı korkutması gerektiğini söylemiştik. İşte o kampanyanın internet sitesi ve filmleri:





Facebook'tan sonra hayat var mı?

Antony Hegarty ShowStudio'da

Kendisini pek severiz, buradaki konseri de şahaneydi. Bu ara Showlar ShowStudio'da Hussein Chalayan ve Nick Knight'la bir proje üzerindeler. Sanattan anlamayan bir insan olarak, ne yaptıklarini ve neyi ne zaman bitireceklerini anlmayaya çalışırken, 2005'te Nick Knight'la yaptıkları bir başka projeyi gördüm. Hoşuma gitti. Debelenmeyin, sizin de hoşunuza gidecek.