Çarşamba, Temmuz 20, 2011

Şike ve etik sorunların gölgesinde algı yönetimi

Fenerbahçe camiasını anlamakta zorlanıyorum. Baktıkça bana psikolojik matem sürecini anımsatıyor hal. Ölümcül hasta yakınlarını uyarırlar başlarına gelecekle ilgili; önce inkar edersin, sonra isyan edersin, sonra pazarlığa girişirsin, ardından depresyon gelir ve kabullenme en son aşamadır. Kabullenme gerçek matemi hakkıyla yaşaman dönemidir. Çok sağlıklı bir dönemdir.

Terbiyesizlik etmek istemiyorum, bu benzerlikten bir mesaj vermeye de çalışmıyorum ama sonuçta 'matem' bence Fenerbahçelilerin içinde bulunduları durumu biraz anlatıyor. Beklenmeyen bir "kaza"dan sonra; doğru olamaz, herkes bize karşı, dava bitene kadar karar çıkmasın... bu evrelerden geçiyoruz.

Mesele hukuki haklara, masumiyet ilkesine ve tutuklu yargılanmanın insani boyutunu tartışmamıza neden olduğu için ben çok mutluyum ama Fenerbahçelilerin ne tartıştıklarını bildiklerine emin değilim.

Çok ters bir örnek vereyim. Konu silahlı örgüt konusu ya, diyelim ki bir oteller grubu yöneticileri örgütlü bir şekilde beyaz kadın ticareti yapmak iddiası ile tutuklandı (lütfen yine bir ima ya da benzetme yaptığım düşünülmesin, egzajere ediyorum). Bu insanların tutuksuz yargılanma hakkı yok mu? Suçları ispat edilene kadar masum değiller mi? Diğer işleri, malvarlıkları, otelleri çalışmayı sürdürür mü? Buraya kadar bence de cevap evet, patronu ahlaksızsa otel komisi niye işsiz kalsın? Neden sermaye çürüsün? Neden rezervasyonlar yansın?

Peki durumu ilerletelim, diyelim ki hukuki sistem nedeniyle bu dava çok uzun yıllar sürecek... E adamlar dışarıda, işleri yolunda ve yargı süreci sürüyor. Otelde de bir takım şüpheli durumlar, çekik hanımlar filan devam ediyor. Bu sizce hukukun caydırıcılığı zedelemez mi? Adaleti gölgelemez mi?

Bir adım daha ilerleyelim, bu ülkede görmeye çok alıştığımız şekilde diyelim ki bu dava da hukuki zaman aşımı nedeniyle düştü... Bu sonuç bize emsal olmaz mı?

Bu suçu teşvik olmaz mı? Yan otel görevlisi biraz aptal hissetmez mi?

Dolayısı ile bence Fenerbahçeli dostlarımız haklı, yıllarca sürecek bir dava başlamadan infaz çok adil değil.

Peki Fenerbahçeli dostlarım hukuki düzenin düzelmesi için de bir adım atacaklar mı? Diyecekler mi, dava çabuk bitsin, bitene kadar rahat edemeyiz.... Bilakis aceleye getirilmesin demeye devam mı? Bu dava uzadıkça adalet yerini bulacak mı?

Bir benzetme daha yapayım. Şu an Kulüpler Birliği yanında ya Fenerbahçe'nin, yayıncı kuruluş da yanında, GS hariç tüm kulüpler de bilfiil lig başlasın istedi... Malum; havuz, pay, para...

Peki diyelim ki başladı, cukkalar cebe. Bilmemkaçıncı hafta Guiza eliyle bir gol attı ve hakem golü verdi. Taraftar ne diye bağıracak? İlhan Cavcav maç sonu ne diyecek?... Bu etiketle bu paketle beş yıl yaşanır mı?

Açıkçası FBnin elinde tarihi bir fırsat var. "Yas" moduna geçmeden, direkt deseler ki; "İnanmıyoruz ama kamuoyu vicdanı bizim dememizle ikna olmaz, anlıyoruz. Ligden kendimiz çekilmek istiyoruz ancak bir şartla, biz bu zanla yıllarca başedemeyiz, başkanımızın ve tüm diğer yargılanma sürecindeki tutuklıların ömürlerini hapisanede çürütmelerine daha fazla göz yumamayız. 23 milyon FBli hukuki reform isiyoruz, o reform çıkana kadar da birinci lige dönmeyeceğiz. Çünkü biz havuz geliri olmadan yine FB oluruz ama FB olmadan Türkiye Ligi asla keyifli olamaz"

Var ya işte bunu deseler FBli olurum.

Pazarlamaya bağlayacak olursak. Eğer bir marka olumsuz bir kamuoyu baskısı altındaysa defansf olması beklenir ve defansif bir tavır asla ikna edici değildir. Asıl maharet o algı ile birebir yüzleşip çözüm için somut ve ikna edici bir adım atmaktır.

Bakınız ünlü çocuk işçi çalıştırma sorunları ile boğuşan Nike neylemiş. Neylerse güzel eylemiş :)

Cuma, Temmuz 01, 2011

Hep aynı hikayeyi okumak




Cannes'da bu sene Gümüş alan bir iş bu...

Ama bu iş hakkında konuşmayacağım da tam tersi hakkında konuşacağım. Türkiye'de dört iletişim markası: TT, Turkcell, Vodafone ve Avea.

Dördü de komedyenlerlere dayalı bir karakter yaratımı yöntemi kullanıyor: Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Şafak Sezer ve Ata Demirer... Neden?

Tüketici neye göre karar verecek? Kimin esprisi daha güzelse, kimin komedyeni daha komikse en iyisi o mu? Artık mesajların algılanmadığı ve sadece fıkralara gülündüğü durumda rekabet öğesi nedir?

İtiraf edeyim ki, Turkcell'in Ozturkcell çıkışını beğenmiştim ilk aşamada, çünkü bu yeni yapı ile Vodafone'u köşeye sıkıştıracağını düşünmüştüm. Bir markanın kendini kısakananlar üzerinden şaka yapması, kıskananın şaka yapmasından daha sahici çünkü.

Ancak görüyorum ki, onlar lider tavrı yerine 'challenger'a daha yakın biçimde kendi promosyonlarını övüyorlar. Promosyon ya da fiyat Turkcell'i lider yapan unsurlarsa, böyle devam. Yok değilse, yakında Şahan'ı bilmem kaçıncı kez bambaşka bir kılıkta göreceğiz.



Açıkçası ödediğim faturaya bu kadar acıdığımı hatırlamıyorum, vergilerim bile daha iyi yere idiyormuş gibi...

Avea'ya şu an hiçbir şey diyemem, ikinci sınıf olmadıklarını ispatlamak için daha üst ligde bir komedyene geçmek zorunda kaldılar belki ama zaten yıllardır aynı komedi ekseninde iletişim yaptıkları suç. Bence şimdiye kadar yapılmış en büyük hata "Oh be" platformundan çıkmaktı. Karakterlerden kurtulup "Oh be" ile devam etselerdi, ne Vodafone oraya girebilirdi ne de Avea üçüncü lige düşerdi...

Türk Telekom tamamen ayrı dava. Orada görgüsüzlük pazarlama bilgisinden daha çok gibi, ama en iyi komedyen de onlarda. Yapacak bir şey yok.

İşin ilginci bu garip ve artık akılcı olmaktan çıkmış rekabetin -şimdilik- en akıllı oynayanı Vodafone ise muhtemelen yarattığı kötü kahramanın iyi kahramana dönüşmekte olduğunu farkederek, ufaktan oralardan çıkıyor ve Berke Hürcan'lı bir acaip dünyaya geçiyor. Ki yine komik, yine seri... Ne yeni ve ileri anlamak güç şimdilik.

Bu sektör, şu an etrafımda gördüğüm markalaşma ve rekabet sofistikasyonu en yerlerde sürünen sektör. Bildiğin fıkralarla hayatlarını sürdürüyorlar ve o kadar çok para harcıyorlar ki... Bu kadar gürültü, komiklik ve cıvıklıktan sonra kendilerini süper köşeye sıkıştırdıklarını düşünüyorum. Bir sonraki adımda ne yapacaklarını merakla değil, korkuyla bekliyorum...

O yüzden yeniden başa dönelim, bir hikayeyi anlatmanın pek çok yolu var. Herkes, aynı anda, aynı hikayeyi ve aynı yöntemle anlatırsa o hikaye fazla sıradanlaşıyor.