Çarşamba, Nisan 30, 2008

Cannes yaklaştıkça kalite artıyor

Bugün bir Rexona kampanyası izledim. Adme'den gördüğüm için Ajans adını filan anlamadım. Ama böyle bir kampanya herhalde Cannes'da bir Axe/Lynx kampanyasını sollar. Artık şerbetinin bolluğundan içimizi baymaya başlayan Axe dünyasına güzel bir karşılık olmuş bu kampanya. Zaten bence Axe artık prezervatif işine girsin, o kadar çok seks odaklı olaya başladı ki Axe iletişimlerinin hormon seviyesi zeka seviyesinini üzerinde seyretmeye başladı.

Herneyse... Görüldüğü üzere bu Rexona işini o kadar sevdim ki gözüm Axe görmez oldu. Özellikle Milli Marş filmine durup durup gülüyorum.


Salı, Nisan 29, 2008

Günümün reklamı

Pek sevdim de, çok güldüm de. Yönetmenin ellerinden, yapanların gözlerinden öperim

Less is more

Bu 'less is more' lafına arada çok gıcık oluyorum. Hem bir de bilmiş bilmiş söylenir ya bu laf, büyük bir hayat dersiymişçesine... iyice gıcıktır. Lakin, korkarım bu lafı işime gelince ben de bilmiş bilmiş kullanıyorum. Gıcık görünmek de bazen insana iyi geliyor. Bilmem bu aralar nasıl bir ruh halinde olduğumu yansıtabildim mi. Neyse... bir blogterapi amacım yok. Konuyu reklama bağlayacağım bir şekilde.

İşte bir kısa ama çok iddialı bir cesaret iletişimi.




Böyle cesur işleri reklamcılık adına takdir ediyorum etmesine de, bazen bazı markaların da büyük laflar edip cesurmuş gibi yapmaları bana bir garip geliyor. O ödünç-cesaret bazılarına yakışmıyor. Ben bundan sonra bu markalara Milli Vanilli diyeceğim. Ne diyeceğimi unutursam Cyrano de Bergerac derim. Onu da unutursum, bir bahane ile konuyu bulandırıp 'less is more' lafının sıkştırırım araya. Karşımdaki afallamışken de kaçarım

Pazar, Nisan 20, 2008

Bindiğin dalı kesmek

Elbette kurumsal vatandaşlık projelerinin iletişimi kendi içinde bir acaip. Yapılan karşılıksız (?) yardımın bağır çağır reklamını yapmak, hele ki yapılan yardımdan daha fazlasını reklamın prodüksiyonuna ve yayınına harcamak pek iyi niyetli görünmeyebilir. Öte yandan reklamın özendirmesi ile toplumsal bir bilinç oluşuyorsa, reklam sorunun ilelebet çözümüne katkı sağlıyorsa o zaman da o reklamverenin elini ömek lazım.

Bu CSR iletişimlerini başka bir gözle değerlendirmek gerek artık. Bence ya yapılan yardım meblağından daha fazlasını iletişime yatırmak yasak olmalı ya da iletişimde reklamverenin sadece toplumsal harekete odaklanması, sadece bir küçük markalama ile (endorsment) yetinmesi kural olmalı.

Yoksa ne mi olur?... Ayıpların bini bir para olur. Mesela aşağıdaki iki kampanya da "biz reklam prodüksiyonuna vereceğimiz parayla yardım yaptık" diyor... Peki ya yayın parası? Peki bundan böyle bu markalar bir daha prodüksiyona para vermeyecek mi? Peki prodüksiyona para vermak ayıp mı yani? Sorular uzar gider... Ama iki kampanya arasında çok önemli bir fark var bence.

Bu kampanyaların sizce hangisi projeye, amaca hizmet ediyor, hangisi reklamı yapan markaya? Bir de reklamları izledikten sonra sadece mekanizmaları karşılaştırın. Hangisinin aslında daha 'çıkarcı' durduğunu. Reklam insanı rezil de eder vezir de diyerek bitirmek isterim bu akşamı :)