Salı, Ekim 25, 2011

Reality Check

Bu ifadenin Türkçesini bulamadım. Bilen varsa lütfen söylesin.

Ama biz direkt konuya girelim: Fiyat güncelemeleri, oradan yükselen korku, ona verilen tepki... Şehitler, oradan yükselen faşizm, ona verilen tepki.... Deprem, oradan yükselen faşizm, ona verilen tepki... Son bir ayda gündem gün be gün korkunçlaşıyor, sürekli programlar iptal ediyoruz, yayını durduruyoruz, üç dakika geç başlıyoruz ve topyekün kabus görüyoruz!

Benim en çok tıkandığım konulardan biri bu. Felaket bize ne kadar yaklaşırsa o kadar kanıyoruz ya. Haiti'de olunca hayat devam ediyor da Van'da olunca gözlerimiz yaşarıyor. Bir tek Van'lı tanıdığımız olmasa da... Belki her yanımız, gündemimiz bu olduğundan, daha çok felaket haberi ve görüntüsü tükettiğimizden ister istemez etkileniyoruz, belki de gerçekten millet diye bir şey hala var. Bu böyledir, şöyledir diyemem. Tıkanmam ondan kelli. Açıkçası ben bu hasarda seçicicilik işinde iyi değilim. Hatta yaklaştıkça hasar daha da tepkilerimi gizlemek üzerine yoğunlaşıyor beynim. Daha kabuklu tepkiler veriyorum.

Ama bu kez kendi tepkilerimin de başkalarının tepkilerinin de samimiyet mi olduğu yoksa koskoca bir popülist sığlaşma içinde mi olduğumuzu tartamıyorum. Hepimiz bir anda melek olduk. İşte Türk halkı bu kötü günde kenetleniveriyor diye yorumlamak da mümkün bunu, her şeyi hızlı tüketmede nirvanaya vardık ve bir iki güne geçer diye diye düşünmek de. Neden komşu ülkelerin yardımını kabul etmiyoruz? Acıların bir an önce dindirilmesinde samimiysek, neden tüm ilk yardım eğitimi sahibi insanlar seferber olup oraya gitmedi? Bir SMS ya da çocukların eskilerini belediyeye gönderecek kadar meleğiz ve ağladığımız için samimiyetimiz sorgulanamaz... Dev bir deneysel pazarlama evreni içinde yaşıyoruz sanki, her şey pazarlandığı ölçüde ve şekilde gündeme oturuyor... Sosyal medya depremde etkisini gösterdi... Peh peh, öyleyse sosyal medyaya yatırım yapsın reklamverenler... Alınacak mesaj bu mu? Onur Air yanlış anlamış nitekim.

Bir yanım da tüm bunların iyi gelişmeler olduğunu ve sayısız insanın bu popülist ya da değil gündem sayesinde kurtulduğunu ve topluca bir konuya odaklanırsak devletin ve herkesin aksiyona zorlanabileceğini söylüyor. Aferin o yanıma. Ama o yanım bu yüzeysellik içinde bolca çadır gönderilebileceğini bilse de ne binalaşmanın kalitesinin artırılacağı konusunda ya da Kürt Sorunu (ya da Türk sorunu) açısından çözüme dönük adımlar atılacağı konusunda bir iddiada bulunamıyor. Yüzeysellik palyatif çözümlerde işe yarıyor ama gerçek çözümler popülizmden çıkmıyor.

İşi sanmayın ki iletişimle bağlamayacağım.

Mayıs ayında galiba Chanel markası Karl Lagerfeld'e bir kısa film çektirdi. Filmin adı "The tale of a fairy" (Bir perinin masalı - 'fairy tale'den farkını sormayın).


Film 25 dakika kadar sizi bir masal alemine götürüyor. Çok özel bir hikayeyi, çok özel bir stille anlatıyor. En havalı trendlerin hepsini yansıtıyor bu video; co-creation var, digital media için yaratılmış bir content, celebrity var, prodüksiyon kalitesi gırla.... Yani bir yüksek moda markasının -kitaba göre- yapması gereken ve yapmasının çok da faydalı olacağı bir sosyal medya halkla ilişkileri işi. Ama benim kafamdaki soru şu; acaba kendi yarattığımız popülizm içinde biz içeriği de yüzeyselleştirdik mi?

Daha net sorarsam, tüm "özel" olması gerekenleri çok mu sıradanlaştırdık? O kadar çok sayıda yapılıyor ki bu tip işler, güncel ömürleri günlerle hatta saatlerle kısıtlı kalıveriyor. Bu kadar çaba on beş dakikalık şöhret için değer mi? Değerli olan her şey çok mu ayağa düştü... Duygular,ahlak, ilkeler, idealler... Kendi kendimize "sacred" diye tanımladığımız her şeyi çok mu ekspoze ettik? Kendimizi hızla yiyor muyuz?

İletişimde böyle bir korku olması imkansız, biz hala en aptal Facebook aplikasyonunun Marketing Türkiye'ye haber olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ama itiraf etmem lazım, bu kaotik dönemden çıktığında dünya geriye pek bir medya kalmayacak, en azından kredisi yüksek bir medya kalmayacak.

Nasıl ki biz sadece kendi yakınımızdakine karşı kayıtlıyız, hani uzaktakini duysak da duymuyoruz yakında sadece "gördüğümüz" görülebilir. Yakınımızdan da çok ses çıkmaya başladığında (deprem, şehit, kriz...) onlarda da algıda seçici olmayacak mıyız? Yakınımız bize biraz daha yaklaşmayacak mı?

Ne yapmış Chanel? Niye yapmış? Gerçek hayatla ne ilgisi var? Bana ne diyor? Niye bana bunu diyor?

Velev ki çok haklı nedenleri var, benim bu videoyu görmüş olmam çok saçma. Benim uzağımda kalaydı. Görmeyeydim.

Aynı şeyi Türkiye'deki reklamların hemen hemen hepsi için söyleyebilirim.

Hiç yorum yok: