Öncelikle, sinemadan anlamam, anladığımı da iddia etmem.
Sadece yüzeysel izleyici olarak yorum yapabilirim. Mesela şu an sinema hakkında savunduğum tek görüş Precious'taki Mo'Nique'in en iyi yardımcı kadın Oscar'ını alması gerektiğidir. Normalde abartılı kötü kadın oyunculuklarının özendirilmesine karşıyım ama uzun zamandır gördüğüm en orijinal karakterdi Mary, ödülü en çok onun hakettiğini hissediyorum.
Dolayısı ile Avatar geyiklerine girmek ve bir parçası olmak niyetinde de değilim. Avatar adını başlıkta kullanmam ise aslında sadece mesleki bir sorunu daha kolay anlatabilmek için. Hurt Locker'daki "yıldız oyuncu" kullanımı gibi olacak biraz ama..
This too Shall Pass ise zaten bir film değil bir müzik videosu. Malum, bu aralar çok popüler olan ve şimdilik sadece YouTube'da 5 milyon kez izlenmiş OK Go videosu. OK Go da zaten Lady Gaga'dan bile daha çok sosyal aleme malolmuş bir grup. İzlemeyenler için:
Neyse. Onlara da bayıldığım ya da dinlediğim yok. Uniqlo gibi sadece sekmeden sekmeye gördüğüm bir marka.
Gelelim mevzuya.... Kendi adıma iki yaratıcı iş fikrinin de klişe olduğunu ancak iki işin de şahane olduğunu düşünüyorum. Dolayısı ile bazen prodüksiyonun nihai işe etkisinin fikrin kendisinden daha büyük ve pozitif olabildiği inancını taşıyorum. Dolayısı ile bu iki filme de sanatsal bir açıdan değil ve uhrevi fikirden bağımsız, sadece "izlence" olma nitelikleri ile bakmayı tercih ediyorum ve bu gözle ben OK Go klibini Avatar'a tercih ediyorum;
- Çünkü kısa
- Çünkü her saniyesinde dikkat gerektirdiği için defalarca izleme isteği uyandırıyor
- Çünkü yaratıcı, taze, ilginç
- Çünkü çok emek harcanmış, her saniyesine özenilmiş (Kendimi tutamayacağım; Avatar'ın hikayesini değil ama senaryosunu çok özensiz buldum)
Öte yandan, profesyonel olarak baktığımızda, elbette Avatar OK Go klibinden çok daha değerli:
- Çünkü çok büyük
- Çünkü teknolojik anlamda çok yenilikçi, hatta bir devrim
- Çünkü -sinemada 3D izlenirse- müthiş bir deneyim
- Çünkü çok iyi bir marka hikayesi yaratıldı
- Çünkü çok para harcanmış
Sorun şu ki, evrensel üstünlük Avatar'da olabilir ve dahi benim de aklım Avatar diyor olabilir ama yine tercihim subjektif ve çok elmalar-armutlar durumu... biliyorum. Ama benim tercihim bu. Kişisel... Ve bu kişisel tercih için gerçekten sinemadan hiç anlamamam ve süper cahil olmam gerek. Neyin sinema neyin değil olduğunu dahi anlamamam. İşte....
Buradan da mesleğe direkt bağlıyorum. Bizim işimizde de artık tercihler çok subjektif, ve elmalar armutlarla çoktan karıştı. Daha da kötüsü, buna alıştık ve kimseyi artık objektif olmaya ikna edemeyeceğiz. Ama o subjelerin bilmesini istediğim iki şey var:
1. Bütçesini, çapını söylemeden bize verdiğiniz her brifte birer küçük çaplı, "OK Go klibi mi Avatar mı yapacağız krizi" yaşanır, prodüksiyon bütçesi olarak değil sadece, kampanya vizyonu olarak da... TV kullanmak istiyorsunuz ana mecra olarak, onu anladık, ama işte her TV reklam filmi birer videodur; Avatar da videodur, yukarıdaki klip de. Bir kampanyanın ne kadar görünür olacağı o kampanyanın doğmamış fikrini etkiler. Bu anlamda bizden bilgi saklamanız, sadece cehalettir, profesyonellik değil.
2. Elinize verilen, size sunulan taslaklarda ve senaryolarda yer alan kelimeler "her açıdan makul" olmak zorunda değildir. Senaryo üzerindeki kelimeler sözleşme metinlerine benzemez, dış ses de markanın politikacısı değildir. O yüzden bitmek tükenmek bilmeyen "metin revizyonlarınız" saçmadır. Kliple ilgili aklınızda kalan en önemli nokta şarkı sözleri ise ya da Avatar deyice aklınıza gelen ilk şey repliklerle ilgili ise acil tedavi olmalı ve Hızlandırılmış Büyük Resim Okuma kurslarına katılmalısınız. Çünkü markayı kelimeler değil anlamlar yaşatır. O anlamların hangi kelimelerle en iyi anlatılacağını da ajanslar sizden daha iyi tahlil edebilirler. Sizin işiniz kelimeleri değil, anlamları yönetmektir.
Tamam. Avatar'ın rolü burada bitti. Onu unutun. Bundan sonrasında sahnede sadece OK Go klibi var. Çünkü şimdi o klip üzerinden de ajans içindekilere de söylemem gerekenler var.... Soru şu, sizce bu klipteki asıl maharet ne; grup üyelerinin oyunculuğu mu? Yönetmenlik mi? Mekanizmaların hazırlanması mı? O malzemelerin satın alınması mı? "Bir fikrim var, Honda Cog reklamı gibi bir klip yapalım" demek mi? Cevaplarını aklınızda tutun, merak etmiyorum ama klibi izlerken ben şunları düşündüm:
1. Biz eğer iletişimci isek kafamız sadece 'pack-shot'la biten 30 saniyelik şeylerde olmamalı. Hani dijital, hani sosyal medya gibi kavramlar var ya, onlar uzaylı değil. Tek yapmamız gereken mecra değil, deneyim odaklı düşünmek. Lady Gaga ve OK Go'yu birer yeni marka olarak düşünüp ne yaptıklarını anlamaya çalışmak.
2. Bu markaların arkasında muazzam bir takım çalışması var, artık yaratıcı endüstriler egolarla değil, kompleks ve çok boyutlu yapılarla yönetiliyor. Markaların birer buyurgan otorite yerine, iletişim kurulabilir birer sosyal varlık olabilmesinin sırrı da bu.
3. Entegre iletişim dediğin artık "tek bir cümle" ezberletmeye çalışmıyor. 'Big idea' sanılan bir reklam konsepti yaratmak artık hedef değil. Hedef samimi olan, gerçek olan varoluş nedenini anlamlandırmak ve bu nedeni bir iddia haline getirip deneyimletmek, farklı fırsatlarla farklı boyutlarını ortaya koyabilmek.
4. Bu klipte satın almacının rolü ve değeri planlamacıdan fazladır. Planlamacıları artık fazla ciddiye almamak lazım, brifleri de. Bizim verebileceğimiz tek değerli şey, neyin yanlış olduğudur. Yaratcılılar neye karşı çalıştığınızı doğru bilse yeter. Gerisini dinlemek zorunda değiller.
5. Organik tasarım, duygusal tasarım, deneyim tasarımı... Bu kavramların yıllardır süren yükselişine dikkat etmemiz lazım, biliyoruz ki artık "tüketici içgörü"lerinin istediğini değil, tüketici içgörülerinin henüz farkında olamayacağı şeyler arıyoruz. Onların adını koyamadığını yaratmaya çalışıyoruz. Herbirimizin klipteki gibi, daha önce hiç kimsenin görmediği onlarca yeni düzenek yaratmalıyız. Her birini birer kampanya olarak düşünün. Ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Anlamasanız da dert değil :) (kendimi çok ciddiye aldığımı farkettim bir an)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder