Bu kadar büyük bir başlık ardından İstanbul trafiğinden bahsedecek olmam biraz utanç verici olabilir. Ama bir yerden başlamam lazım.
İstanbul'a üçüncü bir köprü yapmak bazıları için kötü bir fikir olmayabilir: Şu kriz günlerinde istihdam yaratmak, garip yapılaşmış Ümraniye, Sultanbeyli gibi kamburların şehirle daha akışkan entegrasyonunu sağlamak, Marmaray projesi ile yetinmeyip İstanbul'un 2020'lerini düşünerek proje yaratmak...
Konuşsa aklı başında birileri benimle, ben bile ikna olabilirim. Köprü güzergahındaki yeşil alanların birinci ikinci köprü gibi rant amaçlı olarak tanal edilmeyeceğine, artık yok olmuş İstanbul Ormanları'nın son ağaçların kesilmeyeceğine, projenin ağaçları değil kaçak yapıları yıkarak inşa edileceğine inansam...
Ya kimse beni buna inandıramayacağı ya da kimse bana bu kadar saygı duymadığı için ikna süreci başka işliyor bu memlekette.
Bir anda çağ dışı bir bakım onarım anlayışı peydah oluyor. Bu köprüye yıllardır bakım-onarım görmüyor mu ki? Bu ne otomobil gibi 100 bin km bakımı filan mı bu, sadece geceleri değil, gündüzleri de sürmek zorunda? Son ana bırakıldı da bir ay içinde bitmezse köprü mü yırtılacak?... Sanırım yine kimse bana bir şeyler açıklamaya tenezzül etmeyecek.
Bu acaip durum başladı başlayalı, gününün beş saatini yollarda geçirmeye başlamış biz İstanbul zavallıları biliyoruz ki, tüm bunlar bizi 3. köprünün gerekliliğine ikna etmek için. Sesimizi bile çıkarmayalım diye, bu bir aylık süreçte o kadar acı çekmiş olalım ki yeni bir köprü fikri bize iyi gelsin diye.
İşte hikaye buradan başlıyor.
Çünkü bence haklılar, çünkü biz zorbalık kültürünün, sadece zorbalıktan anlayan çocuklarıyız.
Bu ülke ile ilgili şikayet ettiğiniz her şeyi düşünün. Hakkını alamama, adaletsizlik, kabalık, dışlanmışlık... ne gelirse aklınıza. Hepsinin kökeninde bir "zorbalık" bulacaksınız. En özel sorunlarınızda da bir zorbanın zulmünü göreceksiniz, dönüp en tepelere baktığınızda da... İşte o yüzden "asimetrik" kavramını daha çok duyar olduk. Asimetrik güç kullanımı, asimetrik psikolojik baskı... Asimetrik demek güç ve imkanları eşit olmayan iki gücün eşitmişcesine karşı karşıya getirilmesi ve bir tarafın tamamen çaresiz biçimde bırakılması(diye anlıyorum ben).
Yani bir başbakanla bir çiftçinin, bir mahalle ile başı açık bir genç kızın, bir üniversite yönetimi ile başı kapalı bir genç kızın, bir Halk Otobüsü ile bir minik otomobilin, bir polisle bir öğrencinin, bir çalışanla ile bir patronun, fakirle rantçının... Bu tür durumlarda taraflardan biri kendini hep çaresiz hissedecektir.
İşin ilginci, güçlü taraf için de o zayıf tarafın tekil ve güçsüz görülme ihtimali yok. Yani güçlü taraf da şeytani bir kötülük içinde olduğu için zulmetmiyor. hepimizin çok iyi bildiği tanıdığı bir ruh haline giriveriyor; onlar provakatör, onlar bölücü, onlar şeriatçı, onlar rüşvetçi, onlar ahlaksız.... Ama "onlar". Onlar çoklar ve onlar iktidarlar (yönetimdeler anlamında).
Makro neyse mikro odur. Bu şekilde her birimiz kah zulmederek kah zulüm görerek yaşayıp gidiyoruz. Ben buna mazlum-zalim sendromu diyorum.
Bize barbar deniyor olmasının hiç bir kökeni olamaz mı sizce? Barbarız demiyorum ama hala barbarlıkla ehlileştiriliyor ve onunla yaşamaya ses çıkarmıyoruz. Bunu nasıl ve nereden öğrendiğimizi ben bilmiyorum.
Peki sürekli "Türk olmayanlar" tarafından yok sayılıyor gibi hissetme ve sürekli bir dikkat çekmeye, onay almaya çalışma halimiz genetik bir bozukluk mu? Yoksa basit mi mazlum, ezik psikolojisi mi?
Bunu da bilmiyorum. Ama bu mezalim hali bana artık fazla tehlikeli gelmeye başladı. İyi bir insan olduğum için ya da medeni olduğumdan değil. Bu kurallarla yaşayamadığımdan... Metrobüse binmeye çalışırken dayak yiyip asla binemediğimi farkettiğim için; ben vergi cezalarımı popomu yırta yırta bin katı öderken bile memurlardan azar işitirken, yanımdaki kodamanın iki dakika ayak üstü numaralarla cezasını affettirebildiğini ve iltifatlarla o daireden nasıl çıkabildiğini anlayamadığım için; kriz baskısı ile arkadaşlarımı daha az paraya daha çok çalıştıran patronların, bu krizden karlı çıkmaları nedeni ile primleri toplamalarını gördüğüm için; beş saatimi trafikte geçirirken yanımdan hızla geçebilen ambulansın gerçekten görevini yapıp yapmadığından şüphe edebildiğim için; o ambülansın peşine takılmaya çalışan itlere küfretmek harici bir şey yapamadığım için.... ve diğer tüm sebepler için.
Tüm bunlar benim de bu kültür için kendimi mazlumlaştırmama ve "onlar" psikozuna girmeye başlamama neden olacak diye korkuyorum. Açıkçası mazlum-zalim olmaktan korkuyorum.
Çözüm önerim var mı? Cılız ve çok "tekil" ama var. Kendi adıma artık kendime ne kadar güçlü olduğumu ve neler yapabileceğimi sürekli hatırlatacak bir düzen içinde yaşamaya çalışacağım. Beni aşağılayan ya da küçük hissettiren şeyleri tek tek eleyip yok ederek. Böylece mümkün olduğunca, yapabildiğim kadar, zalim motifini yok edeceğim hayatımdan. Zalimlerden uzak durup kendim gibi zulüm yapma eğilimi olmayan herkesi de güçlü hissettirecek bir tutum takınmayı da bir sosyal sorumluluk olarak kabul ediyorum.
Koçsunuz siz, kralsınız, süpersiniz :)
1 yorum:
Yaklaşımın tutarlı. 90'ların sonuna doğru nükleer santral ihalesi gündeme geldiğinde elektrik üretimimizin ve ithalatımızın ihtiyacı karşılamaya yeterli olmadığı söylemi tutturulmuştu. Aynı dönemde kaçınılmaz olarak Ankara'da, Çankaya'da her gece 15-20 dakikalık elektrik kesintileri olmaya başladı. Nükleer santral ihalesine tepkiler çok büyüyüp de ihale belirsiz bir tarihe ertelenince ne hikmetse elektrik kesintileri de çat diye bitti. Bu kazığı hiç unutmadım.
Yorum Gönder