...Büyük şirketler adına söyledim bu cümleyi. Coca Cola, Microsoft, GE, GM, BP... Bu büyük -hatta dev-, -hatta dünyanın en dev- bu şirketleri iletişimlerinde de mecburen biraz hantal ve az-cesur kalabiliyorlar ama aptal da değiller, o kesin.
Daha önce Coke Zero'nun ne yahşi viralleri olduğu konusun bir haberimde yer almıştı. Ama Coke Zero zaten Coke yaninda daha yenilikçi ve esnek bir marka ve ekip.
Bugün yine bir Coke viral denemesine denk geldim ve kendi kendime "off" dedim. Düşük bir puan verdim, öğrencideki çaba ve iyi niyete istinaden ama yine de "off" dedim, ya off
Perşembe, Haziran 28, 2007
Pazartesi, Haziran 25, 2007
Müjdeler olsun, dünya aç kapıyı
Cannes 2007 ile ilgili cok beklentim vardı, her yıl olduğu gibi yepyeni işler görüp hayran kalmak hatta biraz kıskanmak niyetindeydim. Ancak Web 2.0 ve rss sağolsun, bu sene benim için hiç sürpriz yok. Hemen hemen her işi -bronzlar da dahil- bloglardan görmüştük, bizim evrensel reklam yapmayı öğrendiğimiz yıllardı bunlar ama evren başka bir reklamcılık anlayışına geçivermişti ve hepimiz yeni medyanın kucağına oturduk, eskiden yaratıcıların dudak büktüğü P&G ve Unilever markaları en önemli ödülleri toplayıverdi, interaktifin dışındaki pek çok katagoride de viral ya da gerilla amaçlı üretilen işler ödül aldı (En başta Dove'un "evolution" filmi) ve hepsinden önemlisi ve hepsinin aslında sebebi olarak da kampanyaların merkezinin artık TV olmadığını gördük... Artık fikir 30"de değil, internette, konsol oyunlarında ve sokaktaydı.
Kendimi zorlayarak bir tek şeye şaşırdım; CP+B'nin en iyi interaktif ajansı seçilmesine. Dünyanın en başarılı ajanslarından olan Crispin bir kitlesel iletişim ajansı olarak aldığı ödüllerden sonra şimdi interaktif dünyanın da yıldızı. Bu bizim bildiğimiz beslenme zincirinin aksi yönünde bir hareket. Herkes Viral Factory'nin standart "global network ajansı" olmasını beklerken, zaten dev bir ajans olan CP+B
kendini ineraktife de yönlendirdi ve becerisi tasdiklendi.
Hemen listelere bakıyorum. Crispin'in interaktifte bir altını, bir gümüşü ve iki bronzu var. Yanısıra film kategorisinde dört altın, bir bronzu var. Ve ödüllerin ödülü Titanium Grand Grix de Crispin, Porter ve Bogusky'nin...
Bu arada açıkhava, basın ve radyoda tek ödülü bile yok bu ajansın. Birkaç senedir Alamet-i farika'nın CP+B'ye özendiğini hatta içten içe bu ağın bir parçası olmayı arzuladığı düşündüğümü hiç söylemiş miydim?
Kendimi zorlayarak bir tek şeye şaşırdım; CP+B'nin en iyi interaktif ajansı seçilmesine. Dünyanın en başarılı ajanslarından olan Crispin bir kitlesel iletişim ajansı olarak aldığı ödüllerden sonra şimdi interaktif dünyanın da yıldızı. Bu bizim bildiğimiz beslenme zincirinin aksi yönünde bir hareket. Herkes Viral Factory'nin standart "global network ajansı" olmasını beklerken, zaten dev bir ajans olan CP+B
kendini ineraktife de yönlendirdi ve becerisi tasdiklendi.
Hemen listelere bakıyorum. Crispin'in interaktifte bir altını, bir gümüşü ve iki bronzu var. Yanısıra film kategorisinde dört altın, bir bronzu var. Ve ödüllerin ödülü Titanium Grand Grix de Crispin, Porter ve Bogusky'nin...
Bu arada açıkhava, basın ve radyoda tek ödülü bile yok bu ajansın. Birkaç senedir Alamet-i farika'nın CP+B'ye özendiğini hatta içten içe bu ağın bir parçası olmayı arzuladığı düşündüğümü hiç söylemiş miydim?
Etiketler:
cannes,
crispin porter bogusky,
interaktif,
titanium
Cumartesi, Haziran 16, 2007
Altoids'i uzaktan sevmek - Güncelleme
Öyle marka düşkünlüğüm yoktur tüketici kimliğimle ama reklamcı olarak tutkunu olduğum markalar var: adidas (şükürler olsun ki az da olsa elim değdi), Stella Artois, Marmite ve tabi ki Altoids.
Bu markaların hemen hepsinin ortak özelliği stratejileri ile büyük savaşlar kazanmış olmaları. Altoids mesela, batmak üzereyken ve tüketiciler tarasından "gereksiz yere pahalı" algılanırken "Curiously strong" ile kaderini değiştirdi ve aynı tüketiciler fiyat farkını umursamadığı gibi özel tasarım Altoids kutuları için yüzlerce dolar ödeyecek hale geldiler.
Markayı hiç bilmeseniz ve önünüze bir brief gelse "bizim nane tadımız biraz daha keskin" diye buraya varır mısınız? İşte yaratıcı maharet de burada. Briefi beğenmemek -eğer brief doğruysa- sadece kreatif zaafiyeti gösterir.
Altoids'e dönelim. Bu fazla keskin marka bir süre sonra ürün gamına yepyeni tadlar ekledi ve bu ürün geliştirmenin de özünde "keskinlik" fikri vardı. Ardından sadece ürünleri ile değil ambalajları da para eden bir marka oldu. Altoids tutkunları bu kutulara farklı işlevler kazandırmak için yarışır oldular.
Batmaya yüz tutmuş bir naneni şeker üreticisi dünyanın en büyük markalarından biri olurken elbette en büyük başarı doğru konumlandırma ve iletişimindi.
Elbette büyük bir markanın web 2.0 dünyasında da gücü azalmadı ve arttı. Tüketici kaynaklı içerik (consumer generated content) anlamında tüketiciler markayı yücelttiler. YouTube'da Altoids'i ararsanız envayi çeşit tüketici kaynaklı film görebilirsiniz.
Doğrusu bir ara, şu Mentos-Pepsi dönemlerinde, Altoids'in neden kendi viralini yapmadığını oldukça merak ettim. Çünkü viral Altoids için çok uygun bir yöntemdi. Sonra hem zaten tüketicilerin -kutularla ya da YouTube'da- bu işi zaten yaptığını
hem de Altoids'in TV iletşimlerinin hemen hepsinin WOMM değeri taşıdığını düşünüp kendimi kandırdım.
Ama geçen hafta içinde rastladığım iki haber Altoids'in bu alanda da çok daha aktif olacağını gösteriyor. Birincisi tüm Gay Pride'lara destek veren Altoids şimdi Second Life'da da ilk Gay Pride'a imza atacak. İkincisi de bu :)
İşin kısası ise şu: iyi strateji çok yaratıcı, çok uçuk, çok sofistike ya da çok tüketici odaklı olmak zorunda değil. İyi stratejinin sahip olması gereken tek ve temek bir özellik var. Strateji ürüne tık diye oturmalı. Mesela o paketi bu konumlandırmadan bağımsız düşünürseniz Altoid'i anlayamazsınız, ya da aynı konumlandırmayı hiçbir viski markasında bu denli yaratıcı kullamazsınız.
Bazen çok basit konumlandırmalar, Innocent ya da Axe'taki gibi markayı fezaya uçurur. Kasılmanın-zorlamanın anlamı yoktur, anlam net olmaktadır.
güncelleme:
İkinci bir virale daha rastladım, ilkinin devamı
Bu markaların hemen hepsinin ortak özelliği stratejileri ile büyük savaşlar kazanmış olmaları. Altoids mesela, batmak üzereyken ve tüketiciler tarasından "gereksiz yere pahalı" algılanırken "Curiously strong" ile kaderini değiştirdi ve aynı tüketiciler fiyat farkını umursamadığı gibi özel tasarım Altoids kutuları için yüzlerce dolar ödeyecek hale geldiler.
Markayı hiç bilmeseniz ve önünüze bir brief gelse "bizim nane tadımız biraz daha keskin" diye buraya varır mısınız? İşte yaratıcı maharet de burada. Briefi beğenmemek -eğer brief doğruysa- sadece kreatif zaafiyeti gösterir.
Altoids'e dönelim. Bu fazla keskin marka bir süre sonra ürün gamına yepyeni tadlar ekledi ve bu ürün geliştirmenin de özünde "keskinlik" fikri vardı. Ardından sadece ürünleri ile değil ambalajları da para eden bir marka oldu. Altoids tutkunları bu kutulara farklı işlevler kazandırmak için yarışır oldular.
Batmaya yüz tutmuş bir naneni şeker üreticisi dünyanın en büyük markalarından biri olurken elbette en büyük başarı doğru konumlandırma ve iletişimindi.
Elbette büyük bir markanın web 2.0 dünyasında da gücü azalmadı ve arttı. Tüketici kaynaklı içerik (consumer generated content) anlamında tüketiciler markayı yücelttiler. YouTube'da Altoids'i ararsanız envayi çeşit tüketici kaynaklı film görebilirsiniz.
Doğrusu bir ara, şu Mentos-Pepsi dönemlerinde, Altoids'in neden kendi viralini yapmadığını oldukça merak ettim. Çünkü viral Altoids için çok uygun bir yöntemdi. Sonra hem zaten tüketicilerin -kutularla ya da YouTube'da- bu işi zaten yaptığını
hem de Altoids'in TV iletşimlerinin hemen hepsinin WOMM değeri taşıdığını düşünüp kendimi kandırdım.
Ama geçen hafta içinde rastladığım iki haber Altoids'in bu alanda da çok daha aktif olacağını gösteriyor. Birincisi tüm Gay Pride'lara destek veren Altoids şimdi Second Life'da da ilk Gay Pride'a imza atacak. İkincisi de bu :)
İşin kısası ise şu: iyi strateji çok yaratıcı, çok uçuk, çok sofistike ya da çok tüketici odaklı olmak zorunda değil. İyi stratejinin sahip olması gereken tek ve temek bir özellik var. Strateji ürüne tık diye oturmalı. Mesela o paketi bu konumlandırmadan bağımsız düşünürseniz Altoid'i anlayamazsınız, ya da aynı konumlandırmayı hiçbir viski markasında bu denli yaratıcı kullamazsınız.
Bazen çok basit konumlandırmalar, Innocent ya da Axe'taki gibi markayı fezaya uçurur. Kasılmanın-zorlamanın anlamı yoktur, anlam net olmaktadır.
güncelleme:
İkinci bir virale daha rastladım, ilkinin devamı
Etiketler:
altoids,
consumer generated content,
Marmite,
Second Life,
strateji,
TVC,
viral
Cuma, Haziran 15, 2007
Salı, Haziran 12, 2007
Hey Diesel, yolculuk n're?
Öncelikle son zamanlarda gördüğüm en romantik Diesel ilanını size bi gösterelim:
Bu ilanı ve aşağıdaki diğer ilanları Marcel yeni yapmış.
Bu ilanları görmek, ünlü küresel ısınma kampanyasını da düşününce Diesel'in stratejisi hakkında yeni bir görüş uyandırdı bende.
Malum Diesel her daim gerçekliğin sınırlarında dolaştı. İletişiminde hep bir fantazi, masal hatta trip hali yer aldı.
Ama bir süredir bu fantaziler geleceğe dönük, hepsi yarına ait. Diesel bugünün hayalini kurmayı bıraktı ve belki de bugünden ümidi kesti.
(Sıradan bir markanın başına gelebilecek şekilde Diesel için yapılan kalitatif araştırmalarda bugüne ait fantaziler çok itici ve zorlama bulunmuş o yüzden marka geleceğe oynuyor olabilir mi? Öyleyse çok gülerim doğrusu)
Ama bence başka bir derdi var Diesel'in. Diesel ana rakibi Levi's karşısında yeni bir "klasik" anlayışı oluşturmaya çalışıyor. Malum Levi's geçmişin ekmeğini yiyor senelerdir. Yerleşmiş "otantik kot" konumlandırması ile klasik olma damarını tekelinde tutuyor ve bu durum Diesel'i de hep bir "alternatif" olma konumuna düşürüyor.
Düşünün mesela, Levi's dediğinizde akla 501, hadi zorladınız diyelim en fazla engineered gelir ama Diesel en acaip, süslü, taşlı, renkli modellerin markasıdır. Çok renklidir, çok abartılıdır. Klasik, sade Diesel diye bir şey yoktur. Halbuki, satışlarda asıl pay da bu klasik modellerden gelir. Eğer Levi's devrilecekse, Diesel bu alanda da büyük olmalıdır, büyük kalmalıdır.
Ben o yüzden Küresel Isınma kampanyası ile Diesel'in bu alanda daha aktif olacağını ve biraz Diesel'i Diesel yapan nesille birlikte orta yaşlılara da hitap eden, daha az çılgın bir marka olma yolunda ilerlediğini düşünüyorum.
Ki bence de bu doğru, PS3 bile bir yanı ile 30'lu yaşlara hitap ederken Diesel'in bu grubun ihtiyaçlarını görmezlikten gelmesi olanaksızdı.
Bakalım.
Bu ilanı ve aşağıdaki diğer ilanları Marcel yeni yapmış.
Bu ilanları görmek, ünlü küresel ısınma kampanyasını da düşününce Diesel'in stratejisi hakkında yeni bir görüş uyandırdı bende.
Malum Diesel her daim gerçekliğin sınırlarında dolaştı. İletişiminde hep bir fantazi, masal hatta trip hali yer aldı.
Ama bir süredir bu fantaziler geleceğe dönük, hepsi yarına ait. Diesel bugünün hayalini kurmayı bıraktı ve belki de bugünden ümidi kesti.
(Sıradan bir markanın başına gelebilecek şekilde Diesel için yapılan kalitatif araştırmalarda bugüne ait fantaziler çok itici ve zorlama bulunmuş o yüzden marka geleceğe oynuyor olabilir mi? Öyleyse çok gülerim doğrusu)
Ama bence başka bir derdi var Diesel'in. Diesel ana rakibi Levi's karşısında yeni bir "klasik" anlayışı oluşturmaya çalışıyor. Malum Levi's geçmişin ekmeğini yiyor senelerdir. Yerleşmiş "otantik kot" konumlandırması ile klasik olma damarını tekelinde tutuyor ve bu durum Diesel'i de hep bir "alternatif" olma konumuna düşürüyor.
Düşünün mesela, Levi's dediğinizde akla 501, hadi zorladınız diyelim en fazla engineered gelir ama Diesel en acaip, süslü, taşlı, renkli modellerin markasıdır. Çok renklidir, çok abartılıdır. Klasik, sade Diesel diye bir şey yoktur. Halbuki, satışlarda asıl pay da bu klasik modellerden gelir. Eğer Levi's devrilecekse, Diesel bu alanda da büyük olmalıdır, büyük kalmalıdır.
Ben o yüzden Küresel Isınma kampanyası ile Diesel'in bu alanda daha aktif olacağını ve biraz Diesel'i Diesel yapan nesille birlikte orta yaşlılara da hitap eden, daha az çılgın bir marka olma yolunda ilerlediğini düşünüyorum.
Ki bence de bu doğru, PS3 bile bir yanı ile 30'lu yaşlara hitap ederken Diesel'in bu grubun ihtiyaçlarını görmezlikten gelmesi olanaksızdı.
Bakalım.
Cuma, Haziran 08, 2007
Hem doğru, hem yanlış
İşbu metinde adı geçen Porsche-Sagem işbirliği telefonla ilgili bugün yeni haberler bloglandı. Biraz yanılmışım, daha doğrusu Sagem'i hafife almışım. Performans hakkında hala soru işaretlerim olsa da en azından teknolojik yeterlik konusunda Porsche Design imzalı bu model vasatın üzerinde, bu kesin...
Ayrıca sandığım gibi bir Sagem değil, bir Porsche Design markası olacakmış bu telefon. Model adı da P'9521. Tasarım özellikleri arasında 180 derece çevrilebilir ekran, 3,2 piksel kamera ve güvenlik üstünlüğü olarak da parmak izi okuyucusu öne çıkıyor... bir de 1500 Amerikan Doları'nı aşan fiyatı (+ Türkiye'deki acaip vergiler)
Bu arada Yalçın sağolsun, bana unuttuğum iki telefonu da hatırlattı. Nokia, elbetteki ünlü 8800 özel serileri ile iki unutulmaz otomobil markası ile işbirliği yapmış idi.
Ama hemen ardından da söylemek lazım ki, bu o dönem bir tek benim adıma bir özel seri 8800 üretilmedi. Altını, pırlantalısı, renklisi, sadesi... Pek çok 8800 gördü bu gözler.
tabi
Altın demişken bir başka özel seriyi de unutmayalım. Altın kaplamalı bir de FB telefonu var biliyorsunuz. Hatta 6-0'lık maçın golleri de telefonla birlikte geliyor, ki tahminimce bu taraftarları için altından daha önemlidir :)
Perşembe, Haziran 07, 2007
"Sen bi telefon olsan nasıl olurdun?"
Bu yıllar çok-markalılığın (co-branding'in) altın yılları herhal... Önce markalar kendilerini tek bir kavrama zerk edip birer "single-minded" birer pazarlama canavarı oldular, şimdi ise bu tekil kişilikli markalar, başka markalarla biraraya gelip yeni sentezler oluşturuyorlar, baharatlar gibi...
Ancak işin tek boyutu da bu değil, "O yaptı benim de yapmam lazım" güdüsü ile, ya da ulvi 'buzz'ımız "brand-experience"a yatırımı yapmak için, diğer bir deyişle, "Marka evrenim ne kadar derin olursa o kadar iyidir" mantığını takiben markalar başka markalarla sevişir oldular.
Bu eğilimin en bariz uygulamaları cep telefonu pazarında yaşandı. Önce bir, benim hatırlayabildiğim örneklere bakalım:
Samsung & Bang&Olufsen - Serene: Elbette ki telefonun üstünlüğü olarak "ses kalitesi" ve "tasarım" öne çıkıyor
Motorola & Dolce&Gabbana - Razr V3i: Motorola'nın Razr serisinin D&G'laştırılmış hali. Basit bir "mash-up" aslında, ve bu özellik de onun üstünlüğü, çünkü "mash-up" demek "moda" demek :)
LG & Prada: Tabi ki tas-tas-tasarım ve elegans. Zavallı telefonun dokunmatik (touch-screen) ekranı Apple iPhone'un gölgesinde kalsa da bu bir pazarlama yenilgisidir. Tasarım ve teknoloji anlamında bu yenilikte alkışlanması gereken bence LG Prada Phone'dur
Vertu & Ferrari: 360 derece "prestij", bu telefonu ilk gördüğümde aklıma gelen soru şuydu; "Acaba Ferrari'si olmayan insanlar bu telefonu alır mı?" oldu, diğer telefonlarda bunu hissetmedim, çünkü o telefonlar tek başına yakta durabilecek ürünler ama bu Vertu tam bir gösteriş objesi
Sagem & Porsche: Telefon özelliklerini tam bilmiyorum ama bu işte bir hayal kırıklığı olabilir. Malum Porsche'nin aynı zamanda bağımsız bir tasarım grubu var. Porsche Design isimli bu şirket tamamen ticari amaçlı ve otomobil grubundan bağımsız olarak başka markalara tasarım hizmeti veren bir ofis. Elbette o da bir Porsche şirketi olduğundan, Porsche değerlerini %100 paylaşıyor ve tasarım becerisi de tartışılmaz, ama muhtemelen bu telefonun performansı ve özellikleri Sagem imkanları ile sınırlı. Müthiş bir performans telefonu geliyor diye düşünmek doğru olmaz. Özetle bu telefon performasnını değil keskin görünümünü babasından alacaktır.
Hummer (Tasarım: Modelabs, üretici: belirtilmiyor): Bu telefonda şimdilik bir çok-markalılık durumu yok ve şimdilik operasyon bir "merchandising" girişmini andırıyor. Göreceğiz...
Asus & Mercedes - Asus P526: Alman mühendisliği ile Japon/Kore (her neyse) mühendisliğinin tam bir öpüşme noktası. Hem yalın, hem şık, hem de "yüksek donanımlı" bir telefon. Tahminen bu birliktelik dizüstülere de geçecektir... Hadi hayırlısı!
Sony Ericsson (ki zaten kendisi de çok-markalı)ve Nokia bu rüzgarı henüz kullanmadılar. Ayrıca ben özellikle Philips ve Toshiba'dan da bu tür girişimler bekliyorum. Başka ne vardı acaba?
Ancak işin tek boyutu da bu değil, "O yaptı benim de yapmam lazım" güdüsü ile, ya da ulvi 'buzz'ımız "brand-experience"a yatırımı yapmak için, diğer bir deyişle, "Marka evrenim ne kadar derin olursa o kadar iyidir" mantığını takiben markalar başka markalarla sevişir oldular.
Bu eğilimin en bariz uygulamaları cep telefonu pazarında yaşandı. Önce bir, benim hatırlayabildiğim örneklere bakalım:
Samsung & Bang&Olufsen - Serene: Elbette ki telefonun üstünlüğü olarak "ses kalitesi" ve "tasarım" öne çıkıyor
Motorola & Dolce&Gabbana - Razr V3i: Motorola'nın Razr serisinin D&G'laştırılmış hali. Basit bir "mash-up" aslında, ve bu özellik de onun üstünlüğü, çünkü "mash-up" demek "moda" demek :)
LG & Prada: Tabi ki tas-tas-tasarım ve elegans. Zavallı telefonun dokunmatik (touch-screen) ekranı Apple iPhone'un gölgesinde kalsa da bu bir pazarlama yenilgisidir. Tasarım ve teknoloji anlamında bu yenilikte alkışlanması gereken bence LG Prada Phone'dur
Vertu & Ferrari: 360 derece "prestij", bu telefonu ilk gördüğümde aklıma gelen soru şuydu; "Acaba Ferrari'si olmayan insanlar bu telefonu alır mı?" oldu, diğer telefonlarda bunu hissetmedim, çünkü o telefonlar tek başına yakta durabilecek ürünler ama bu Vertu tam bir gösteriş objesi
Sagem & Porsche: Telefon özelliklerini tam bilmiyorum ama bu işte bir hayal kırıklığı olabilir. Malum Porsche'nin aynı zamanda bağımsız bir tasarım grubu var. Porsche Design isimli bu şirket tamamen ticari amaçlı ve otomobil grubundan bağımsız olarak başka markalara tasarım hizmeti veren bir ofis. Elbette o da bir Porsche şirketi olduğundan, Porsche değerlerini %100 paylaşıyor ve tasarım becerisi de tartışılmaz, ama muhtemelen bu telefonun performansı ve özellikleri Sagem imkanları ile sınırlı. Müthiş bir performans telefonu geliyor diye düşünmek doğru olmaz. Özetle bu telefon performasnını değil keskin görünümünü babasından alacaktır.
Hummer (Tasarım: Modelabs, üretici: belirtilmiyor): Bu telefonda şimdilik bir çok-markalılık durumu yok ve şimdilik operasyon bir "merchandising" girişmini andırıyor. Göreceğiz...
Asus & Mercedes - Asus P526: Alman mühendisliği ile Japon/Kore (her neyse) mühendisliğinin tam bir öpüşme noktası. Hem yalın, hem şık, hem de "yüksek donanımlı" bir telefon. Tahminen bu birliktelik dizüstülere de geçecektir... Hadi hayırlısı!
Sony Ericsson (ki zaten kendisi de çok-markalı)ve Nokia bu rüzgarı henüz kullanmadılar. Ayrıca ben özellikle Philips ve Toshiba'dan da bu tür girişimler bekliyorum. Başka ne vardı acaba?
Çarşamba, Haziran 06, 2007
Vay canina!
Dijital dünyanın bu kadar hızlı ilerlemesi hem ne güzel hem de amanın!
Cuma, Haziran 01, 2007
Neden?
Citi markası geçtiğimiz günlerde kreatif ajansını değiştirerek, Fallon'dan Publicis'e geçti. Elbette ki dışarıdan bakılınca, bu kararın altında dünyanın geri kalanını Amerikan Fallon'dan daha iyi tanıyan, büyük bir network ajansı ile çalışma ihtiyacının yattığı düşünülebilir, çünkü Citi'nin kreatif beklentilerle böyle bir karar alması pek akla yakın bir ihtimal değil.
Fazlası ile Amerikan karakteristikleri taşıyan Citi artık daha global görünmek ve global davranmak zorunda ve bu yaştan sonra bu tip cambazlıkları öğrenebilmek için de bir kaşara ihtiyacı var. Publicis de bu baş kaşar rolü için uygun.
Ancak işin içinde bir alışılmadık durum var, Fallon zaten 2000 yılından bu yana Publicis Grubu'na bağlı bir ajans. Dolayısı ile mantıken Fallon hala işin içinde. Peki Fallon artık Publicis'in bir "uyarlamacı"sı mı, yoksa yaratıcı sürecin içinde de bir şekilde söz sahibi mi?
Bu nasıl bir şey? Bunu anlamadım, bilen-anlayan beri gelsin. Çünkü "anlama" çabamı bu konuya değil daha acaip bir konuya kanalize etmem lazım:
Madem Fallon'un bağlı olduğu grupla çalışıyorlar neden "Live Richly"den vazgeçtiler?
Elbette, A ajansından B ajansına giderken tutup eski kampanyanı yeni ajansına götüremezsin ama mantıken öyle bir durum söz konusu değil, çünkü Fallon'un kreatif işleri aynı zamanda Publicis Grubu'nun da sayılır. Orada etik, hukuki, vs bir sorun karşılıklı çözülebilirdi.
Peki o zaman neden insan "Live richly" gibi tüketici-odaklı bir yoldan dönüp, "Let's get it done" başlıklı klasik bankacı dünyasına zerk olur.
Neden? Yoksa "Live richly" sandığımız gibi bir başarı hikayesi olma niteliğinden uzak mıdır?
İşte bu araştırmaya değer bir konu ve ben de arastiracağım. Ama önce bu yazı, süssüz kalmasın diye, şimdilik yorumsuzca iki kampanyaya ait işleri bir koyalım bakalım.
"Let's get it done" filmi
Internet sitesi
"Live richly" kampanyasından film ve ilan örnekleri
Fazlası ile Amerikan karakteristikleri taşıyan Citi artık daha global görünmek ve global davranmak zorunda ve bu yaştan sonra bu tip cambazlıkları öğrenebilmek için de bir kaşara ihtiyacı var. Publicis de bu baş kaşar rolü için uygun.
Ancak işin içinde bir alışılmadık durum var, Fallon zaten 2000 yılından bu yana Publicis Grubu'na bağlı bir ajans. Dolayısı ile mantıken Fallon hala işin içinde. Peki Fallon artık Publicis'in bir "uyarlamacı"sı mı, yoksa yaratıcı sürecin içinde de bir şekilde söz sahibi mi?
Bu nasıl bir şey? Bunu anlamadım, bilen-anlayan beri gelsin. Çünkü "anlama" çabamı bu konuya değil daha acaip bir konuya kanalize etmem lazım:
Madem Fallon'un bağlı olduğu grupla çalışıyorlar neden "Live Richly"den vazgeçtiler?
Elbette, A ajansından B ajansına giderken tutup eski kampanyanı yeni ajansına götüremezsin ama mantıken öyle bir durum söz konusu değil, çünkü Fallon'un kreatif işleri aynı zamanda Publicis Grubu'nun da sayılır. Orada etik, hukuki, vs bir sorun karşılıklı çözülebilirdi.
Peki o zaman neden insan "Live richly" gibi tüketici-odaklı bir yoldan dönüp, "Let's get it done" başlıklı klasik bankacı dünyasına zerk olur.
Neden? Yoksa "Live richly" sandığımız gibi bir başarı hikayesi olma niteliğinden uzak mıdır?
İşte bu araştırmaya değer bir konu ve ben de arastiracağım. Ama önce bu yazı, süssüz kalmasın diye, şimdilik yorumsuzca iki kampanyaya ait işleri bir koyalım bakalım.
"Let's get it done" filmi
Internet sitesi
"Live richly" kampanyasından film ve ilan örnekleri
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)