Seksist reklama karşıyız. Sonuna kadar. Yıllardır defalarca erkek "yaratıcıların" ev kadınlarına dönük iletişimde nasıl bir bakış açıları olduğunu görme şansım oldu ve kesinlikle, sektirmeden, özellikle nefret ettim bu kendini gelişmiş ve sofistike sanan ve beyinlerinde ev kadınının köleden farkını anlamakta zorlanan gerikanlılardan. Kadınlar hakkındaki bazı gerçekleri ben de kabul ediyorum, örneğin genelde kadınlar iyi otomobil kullanamazlar. Ama bunun sebepleri vardır; yetiştirilişlerindeki motivasyonlar, beyinlerinin çalışma dinamiklerinin farklı olması. Otomobiller ve pek çok makina aslında erkeklerin kullanacağı şekilde tasarlanır; birbirinden %100 ayrılmış menüler, düğmeler ve fonksiyonlar... Oysa gelecekte tasarım "fuzzy" olmaya doğru kayınca görün bakalım kadınlar mı erkekler mi daha iyi otomobil kullanacaktır. Mesela bence dünyanın en kötü otomobil kullanan cinsi telefonla konuşan erkeklerdir. Aman tanrım, sanki telefon çalınca beyni durduruyor, iki işi asla aynı zamanda yapamıyor. ya o ya o... Ama işte ataerkil ego bazı eksikleri görmeye engel, o ev hanımın ev işi yaparken sadece ev işi yaptığını düşünür erkek beyni. Halbuki kadının aynı anda beyninde pek çok dosya açıktır. Hepsini proses eder, hepsini değerlendirir. Daha esnek düşünür, daha az köşelidir. Bir kadın yerleri silerken köle gibi hissetmez, kendisine köle gibi davranıldığını hissederse yer silmek onu germeye başlar. "Yer silmek" yerine her eylem gelebilir, eylem esas değildir, esas olan diğerlerinin o eyleme verilen tepkidir.
Bunca geyikten sonra, konuyu Sega'nın yeni oyunu Rally Revo'ya bağlayabiliriz. Oyun benim hiç sevmediğim erkek çocuk oyunlarından, bu tip "yarış" oyunları bana hep vakit kaybı gibi gelir, eğlenceli olmasına bir şey demiyorum, orası öyle, ama bir kaç arkadaş birbiri ile yarışıyorsa eğlenceli. Yoksa hep aynı işi, hep aynı şekilde sadece daha hızlı yapmaya çalışmak benim beynimi tatmin etmiyor.
Zaten oyun/eğlence endüstrisi de bunu çok iyi bilir: yarış (racing) ve aksiyon (action) oyunları/filmleri erkekleri hedefler, daha hikayeye dayalı maceralar (adventure)ve dramalar(RPG) dişileri çeker. Örneğin, Warcraft ne kadar erkeksi görünse de kadınların da zevkle oynadığı bir oyundur.
Dolayısı ile de bir yarış oyunu elbette sadece ve sadece erkekleri hedefler. Ve reklam kirli bir oyundur, ahlaki sınırları fazla esnektir. Buyrun size komik, eğlenceli ama bir o kadar seksist Sega viral reklamları. Ödül de alacaktır, çok insan da gülecektir. Ama Sega'nın da öngördüğü gibi kendisine saygı duyan (köle olmamış) kızlar bu oyunu sevmeyecektir.
intro
I
II
III
Yaşasın Silent Hill, yaşasın Final Fantasy... Yaşasın seksist olmayan oyunlar!
Perşembe, Eylül 27, 2007
Perşembe, Eylül 13, 2007
Bir anda burnuma çocukluğumdaki kokular geldi
Bir markayla duygusal bağı olmak ne demektir, bir anda onu hatırladım. Aslında o markayı ne kadar seviyor olduğumu, benim için heler ifade ettiğini.
Bunu bir reklam mı yaptı, yeni ürünlerden birine mi bayıldım, bir satış noktasında ürünü denedim de ondan mı heyecanlandım... Hayır. Sadece yıllar önce elimde tuttuğum ve belki de dünyadaki her şeyden daha hayran edici bulduğum bir oyuncağın (benim bile değildi) resmini görünce hatırladım. Evet, ben bir Nintendo çocuğuyum. PS2, PS3, Xbox hepsinden önce benim hayatıma Nintendo girmişti ve ben onu çok sevmiştim. Japonlar bu bağı kullanmayı yeni akıl ettiler ve etrafta Game&Watch oyunları dolaşır oldu. Ben her şeyin "Vintage"ını severim hesabı.
Bu arada keşke yıllar önce bize Game&Watch (halk arasında "geymvoç") markasını değil de Nintendo'yu öğretselermiş, o zaman Wii'den önce Cube'la, DS'le de dünyayı sallarlardı.
Britney Spears ile Ford'un ne ilgisi var?
Bu aralar reklamcılıktan çok sıkıldığım söylenebilir, biraz taze hava almaya çalışıyorum. Bugün gördüğüm bir videoda önce reklamcılıkla ilgisiz gibi göründü gözüme sonra da nedense Ford'un iletişiminin ne kadar kötü olduğunu düşünürken buldum kendimi.
Durum biraz karışık...
Aşağıdaki video çok özel, çok komik ya da çok ilginç değil. İlginç olan iki gün önce eklenmiş bu videoyu iki günde 3 milyonun üzerinde insanın izlemiş olması da değil.
Bence ilginç olan tepkiler... Sadece iki yıldız almış bir video için iki günde 50 bin yorum epeyce yüksek sayılır. Bu yorumlara bakınca da aslında insanların bu videoya bir tepki verme ihtiyacı duyduğunu çok net görebiliyor insan. Yapılan yorumlar müthiş anlık. İzleyen insanlar nedense bu adama bir cevap vermek zorunda hissetmiş, kayıtsız kalamamış...
Ford'un Bold Moves'unu hatırlar mısınız bilmem. Geçen sene başlattıkları kampanyanın daha ilk günden çok sürmeyeceği belliydi. Çünkü geçmişin lider Ford'u bir anda alınganlaşmış ve garip tepkisel bir tavır benimsemişti: "Değiş ya da yok ol", "Biz Amerikalılar kendimize gelmeliyiz"... Toyota'nın alaşağı ettiği besbelli Ford, aniden uyanmış ve yüksek sesle "Eyvah" demişti. Savaşta en önemli kurallardan biri korkunu belli etmemektir ya... İşte Ford korkusunu belli etti.
"Leave Britney Alone" videosu ile bu kampanyanın ortak noktası da bu; İkisi de ajite ve suç atan iki iletişim örneği ve sonuçta müthiş tepki gördüler. Bazen olumlu ama çoğu zaman olumsuz. Haırlıyorum Ford'un o dönemde kullandığı Web 2.0 kurumsal sitesi de herkesin yorumlarına açık bir blog yapısındaydı ve Amerikan tüketicilerden Ford'a "bizi suç ortağın gibi görme, ne yanlış yaptıysan kendin yaptın" anlamına gelen mesajlar yağmıştı.
Sonuçta "Bold Moves" denilen kısa sürdü ve markayı ileri değil geri götürdü.
Lakin Ford'da başarısızlığı paniği, paniği de başarısızlığı tetikliyor.
İletişimde de bugün sanki pazara sonradan giren, yabancı olan kendileriymiş gibi "Swap your ride" kampanyası ile bir "challenger" iletişimine başladılar. Mübarek sanki Ford değil Hyundai... Buyrun sitedeki testimoniallardan birini izleyin:
Zaten önce Toyota'nın kendine rakip olarak gördüğü ve sollayıp geçtiği Ford'u, şimdi Hyundai gözüne kestirdi. Bu gidişle o da geçecek. Çünkü Ford bunları yaparken Hyundai ne yapıyor dersiniz? Goodby, Silverstein and Partners'la çalışmaya başlayan Hyundai, çok sıkı geliyor ve tam yerinde ve tam zamanında "Think about it" diyor
Filmleri de yakında sizinle paylaşacağım inşallah.
Durum biraz karışık...
Aşağıdaki video çok özel, çok komik ya da çok ilginç değil. İlginç olan iki gün önce eklenmiş bu videoyu iki günde 3 milyonun üzerinde insanın izlemiş olması da değil.
Bence ilginç olan tepkiler... Sadece iki yıldız almış bir video için iki günde 50 bin yorum epeyce yüksek sayılır. Bu yorumlara bakınca da aslında insanların bu videoya bir tepki verme ihtiyacı duyduğunu çok net görebiliyor insan. Yapılan yorumlar müthiş anlık. İzleyen insanlar nedense bu adama bir cevap vermek zorunda hissetmiş, kayıtsız kalamamış...
Ford'un Bold Moves'unu hatırlar mısınız bilmem. Geçen sene başlattıkları kampanyanın daha ilk günden çok sürmeyeceği belliydi. Çünkü geçmişin lider Ford'u bir anda alınganlaşmış ve garip tepkisel bir tavır benimsemişti: "Değiş ya da yok ol", "Biz Amerikalılar kendimize gelmeliyiz"... Toyota'nın alaşağı ettiği besbelli Ford, aniden uyanmış ve yüksek sesle "Eyvah" demişti. Savaşta en önemli kurallardan biri korkunu belli etmemektir ya... İşte Ford korkusunu belli etti.
"Leave Britney Alone" videosu ile bu kampanyanın ortak noktası da bu; İkisi de ajite ve suç atan iki iletişim örneği ve sonuçta müthiş tepki gördüler. Bazen olumlu ama çoğu zaman olumsuz. Haırlıyorum Ford'un o dönemde kullandığı Web 2.0 kurumsal sitesi de herkesin yorumlarına açık bir blog yapısındaydı ve Amerikan tüketicilerden Ford'a "bizi suç ortağın gibi görme, ne yanlış yaptıysan kendin yaptın" anlamına gelen mesajlar yağmıştı.
Sonuçta "Bold Moves" denilen kısa sürdü ve markayı ileri değil geri götürdü.
Lakin Ford'da başarısızlığı paniği, paniği de başarısızlığı tetikliyor.
İletişimde de bugün sanki pazara sonradan giren, yabancı olan kendileriymiş gibi "Swap your ride" kampanyası ile bir "challenger" iletişimine başladılar. Mübarek sanki Ford değil Hyundai... Buyrun sitedeki testimoniallardan birini izleyin:
Zaten önce Toyota'nın kendine rakip olarak gördüğü ve sollayıp geçtiği Ford'u, şimdi Hyundai gözüne kestirdi. Bu gidişle o da geçecek. Çünkü Ford bunları yaparken Hyundai ne yapıyor dersiniz? Goodby, Silverstein and Partners'la çalışmaya başlayan Hyundai, çok sıkı geliyor ve tam yerinde ve tam zamanında "Think about it" diyor
Filmleri de yakında sizinle paylaşacağım inşallah.
Çarşamba, Eylül 12, 2007
Dr. House, işin sırrı ne?
Reklamla meklamla hiiç alakası yok. Buyrun:
"Coke side of the world", 5. sezon
Bugün bir Coca Cola reklamı daha gördüm de, artık içimin sıkıldığını farkettim. Coca Cola o kontrolsüz, teen-ager dev elleri ile neye dokunsa tadını kaçırıyor. Her adımı büyük, aşırı ve gürültülü. Yiyebileceğinden fazlasını tüketiyor, aç gözlülüğü ile her şeyin cılkını çıkarıyor.
"Coke side of the world" dünyası da böyle oldu. Nerede Microsoft Zune'un "yenisi çıktı mı acaba" diyeceğiniz, her biri bir diğerinden farklı paylaşım (sharing) filmleri, nerede nereye koştuğunu bilmediğimiz "happiness factory" dünyası.
Bence "happiness factory"ye devam etmeye çalışırlarsa iş "the lost" gibi bir şey olacak. Mesela bugün gördüğüm filmi kafanızda "happiness factory" ile aynı düzleme koyun bakalım. İnsanın beyni, ve dahası verilen onca emeği düşününce içi acıyor.
"Coke side of the world" dünyası da böyle oldu. Nerede Microsoft Zune'un "yenisi çıktı mı acaba" diyeceğiniz, her biri bir diğerinden farklı paylaşım (sharing) filmleri, nerede nereye koştuğunu bilmediğimiz "happiness factory" dünyası.
Bence "happiness factory"ye devam etmeye çalışırlarsa iş "the lost" gibi bir şey olacak. Mesela bugün gördüğüm filmi kafanızda "happiness factory" ile aynı düzleme koyun bakalım. İnsanın beyni, ve dahası verilen onca emeği düşününce içi acıyor.
Pazartesi, Eylül 10, 2007
Hayalgücünün sınırı bal gibi de var
İnsanın hayal gücünün ne kadar sınırlı olduğunu şapşahane, ayna gibi gösteren bir video gördüm newlaunches'da.
İnsanın hayalgücü kafasındaki formatlarla sınırlıdır, o yüzden yaratıcı olmak istiyorsanız ya da etrafınızdakileri daha yaratıcı kılmak gibi bir derdiniz varsa önce bu formatlarla savaşmanız lazım. Yoksa ne kadar ilham verici/alıcı olursanız olun başlangıç noktanızdan çok uzaklaşamazsınız.
Mesela bu 1967 yılından 1999'a bir bakış içeren bir kısa filmde en ilginç nokta, bu akıllı ev sisteminde görülen her fonksiyonun fotoğrafik olması. Tabi ki 1967'de tabi ki kimse "dijital" düşünemiyor ve yazılım diye bir şey yok. Yazı dediğin sadece kağıt üzerinde yaşayabilen bir kavram...
Düşünüyorum da bu bizim de geleceğin haberleşme teknolojilerinde 3 boyutlu projeksiyon teknolojileri düşünmemiz ya da otomobilleri ille ki uçuracak olmamız gibi bir şey aslında. Biz de bugünün kalıpları ile kısıtlı düşünüyoruz, halbuki bugünden biliyoruz ki sanal gerçeklik içinde aslında yüzyüze (başka birinin gerçekliğinde) iletişim kurabilmek ya da sanal seyahat mümkün. Yani aslında şu an bile biri uğraşsa evden hiç çıkmadan işyerindekilerle toplantı yapabileceğimiz, ofise gitmeden işlerimizi aynen yapabileceğimiz, dolayısı ile otomobile binmekten kurtulacağımız bir dünya mümkün.
Ki bunu söylemek için hayalgücünü hiç kullanmana da gerek yok
İnsanın hayalgücü kafasındaki formatlarla sınırlıdır, o yüzden yaratıcı olmak istiyorsanız ya da etrafınızdakileri daha yaratıcı kılmak gibi bir derdiniz varsa önce bu formatlarla savaşmanız lazım. Yoksa ne kadar ilham verici/alıcı olursanız olun başlangıç noktanızdan çok uzaklaşamazsınız.
Mesela bu 1967 yılından 1999'a bir bakış içeren bir kısa filmde en ilginç nokta, bu akıllı ev sisteminde görülen her fonksiyonun fotoğrafik olması. Tabi ki 1967'de tabi ki kimse "dijital" düşünemiyor ve yazılım diye bir şey yok. Yazı dediğin sadece kağıt üzerinde yaşayabilen bir kavram...
Düşünüyorum da bu bizim de geleceğin haberleşme teknolojilerinde 3 boyutlu projeksiyon teknolojileri düşünmemiz ya da otomobilleri ille ki uçuracak olmamız gibi bir şey aslında. Biz de bugünün kalıpları ile kısıtlı düşünüyoruz, halbuki bugünden biliyoruz ki sanal gerçeklik içinde aslında yüzyüze (başka birinin gerçekliğinde) iletişim kurabilmek ya da sanal seyahat mümkün. Yani aslında şu an bile biri uğraşsa evden hiç çıkmadan işyerindekilerle toplantı yapabileceğimiz, ofise gitmeden işlerimizi aynen yapabileceğimiz, dolayısı ile otomobile binmekten kurtulacağımız bir dünya mümkün.
Ki bunu söylemek için hayalgücünü hiç kullanmana da gerek yok
Bu klişeyi neden beğendim
Reklamcılıkta bazı klişeler vardır ki, bilirsiniz ki iyi bir prodüksiyonla bu klişeler her seferinde kendini izletecektir. Mesela çocuk ve hayvan sevimliliklerini herkes severek izler, ya da herkesin dansederek eşlik ettiği bir cıngıl(jingle) muhakkak dillere pelesenk olur, bir şekilde şaşıran/şaşırtılan ünlüler de daima dikkat çeker... Vs. vs.
İşte o klişelerden biri daha; ünlü insanları taklit eden (ya da havalı olmaya çalışan) aslında pek tipsiz sıradan insanlar.
İzlerken önce kendime çok şaşırdım, bu kadar klişe bir reklam kampanyasına bunca tecrübeme rağmen hala gülüyor olmam bana harip geldi. Sonra acaba Mısır filmi diye mi sevdim diye düşündüm, ne de olsa yıllardır Türk olmanın kompleksini taşıyor ve Avrupalı meslektaşlarımızın gerisinde olmaktan bilfiil gocunuyoruz. Hazır bizden beterini bulmuşken; "Aferin Mısırlılara, bak enikonu reklam çekmişler canım" diye içimden bir küçümseme geçivermiş olabilir ben görmeden.
Sonra biraz daha izleyince buldum. Uzun süredir bu ülkede bu kadar naif ve samimi bir reklam görmediğimi farkettim. Etraf abartılı prodüksiyonlar ve iddialı reklam filmleri ile dolu. Kendini ve kültürünü sahiplenen ve bu sahiplenmeyi samimi bir tonda verebilen hemen hemen hiç reklamımız yok. Mesela 'Lay's'in "Yiyin gari" teyzesi bile, o "yerel" duruşunun ardında o kültürü zerre sahiplenmeyen, sadece Amerikan bir pazarlamacının yıldız olarak bir yerliyi kullanığı besbelli bir kampanya. (çok kompleks bir cümle oldu ama anlayan anlar)
Ama Kahire Leo Burnett'in filmlerinde olan; has, saf, samimi, mütevazi ve esprili bir Mısırlılık hali. Bravo yönetmen her kimse ve yaşasın komplekssiz hakların kardeşliği!
İşte o klişelerden biri daha; ünlü insanları taklit eden (ya da havalı olmaya çalışan) aslında pek tipsiz sıradan insanlar.
İzlerken önce kendime çok şaşırdım, bu kadar klişe bir reklam kampanyasına bunca tecrübeme rağmen hala gülüyor olmam bana harip geldi. Sonra acaba Mısır filmi diye mi sevdim diye düşündüm, ne de olsa yıllardır Türk olmanın kompleksini taşıyor ve Avrupalı meslektaşlarımızın gerisinde olmaktan bilfiil gocunuyoruz. Hazır bizden beterini bulmuşken; "Aferin Mısırlılara, bak enikonu reklam çekmişler canım" diye içimden bir küçümseme geçivermiş olabilir ben görmeden.
Sonra biraz daha izleyince buldum. Uzun süredir bu ülkede bu kadar naif ve samimi bir reklam görmediğimi farkettim. Etraf abartılı prodüksiyonlar ve iddialı reklam filmleri ile dolu. Kendini ve kültürünü sahiplenen ve bu sahiplenmeyi samimi bir tonda verebilen hemen hemen hiç reklamımız yok. Mesela 'Lay's'in "Yiyin gari" teyzesi bile, o "yerel" duruşunun ardında o kültürü zerre sahiplenmeyen, sadece Amerikan bir pazarlamacının yıldız olarak bir yerliyi kullanığı besbelli bir kampanya. (çok kompleks bir cümle oldu ama anlayan anlar)
Ama Kahire Leo Burnett'in filmlerinde olan; has, saf, samimi, mütevazi ve esprili bir Mısırlılık hali. Bravo yönetmen her kimse ve yaşasın komplekssiz hakların kardeşliği!
Perşembe, Eylül 06, 2007
Elektronik müzikten elektronik bir enstrüman: reacTable
Björk'ün California'daki konserinde ilk kez kitleler önünde kullanılan reacTable eğitimi, virtiyözü, tekniği olmayan, "anyone can cook" felsefesine uygun bir nüzik aleti.
Bakıcaz, görücez.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)